30 Kasım 2016 Çarşamba

Hayat, futboldan büyüktür!

Chapecoense... Koskoca bir futbol takımı, uçağın düşmesi sonucu yok oluyor. Şimdi tüm dünya, başta kulüpler ve futbolcular, yaraları sarmak adına Brezilya kulübüne maddi destek sağlamak için yarış içerisinde.

Kweuke... Bir futbolcunun eşi, trafik kazası geçiriyor ve karnındaki 8 aylık ikiz bebekleri ölüyor. Rizesporlu golcünün eşi de komada, aile için büyük bir yıkım.

Adana, Aladağ... Bir öğrenci yurdunda çıkan yangında 12 tane kız çocuğu en kötü ölüm şekillerinden birisi ile yanarak ölüyor... Geriye ise gözü yaşlı birçok aile ve sevenleri.

Yukarıdaki 3 ölüm haberi de 'bir gün' içerisinde oldu. Her ölüm zordur ve ölüm de hayatın en büyük parçasıdır. Acı her yerde aynı. Dili, dini, ırkı yok. Zamanı geldiğinde hepimizin de tadacağı gibi...

Her zaman demişimdir; "Hayat, futboldan daha büyüktür" diye. Futbol dediğin büyük bir heyecan ama hayatınızın önüne geçirdiğiniz vakit, fazlasıyla sevimsiz bir hal alıyor. Arkadaşlarınızla kavgalı oluyorsunuz, iş ve aile yaşantınızda mutsuz oluyorsunuz ve daha bir sürü şey. Hiçbir şeye olurundan fazla değer vermeyin. Taraftar olun ama holigan olmayın. Böyle olursanız, hayatı ıskalarsınız, iğneyi en çok kendinize batırırsınız. En önemlisi de insanlıktan çıkarsınız.

Haftasonu önemli bir derbi maçı var : Fenerbahçe - Beşiktaş. Kim kazanırsa kazansın arkadaş, aman birileri ölmesin de...


28 Kasım 2016 Pazartesi

Ronaldinho'yu çizmek...

Ona tam doyamadık, orası kesin. Tüm zamanların en yetenekli oyuncularından birisi olduğu konusunda da hemfikiriz. Fakat 30'undan sonra gözümüzün önünden ayrılmasına, kendini bu denli unutturmak istemesine bir anlam veremedik. 2001 ila 2007 yılları arasındaki altın jenerasyonun en iyi 3 isminden birisiydi Ronaldinho. 'Futbolun kaybolan dahi'si, şimdilerde futbolu ha bıraktı ha bırakacak ama onun yeri başka.

Aşağıda ise Ronaldinho'yu adeta taparcasına çok seven, onun gelmiş geçmiş en iyi futbolcu olduğuna inanan ve onu hep güler yüzüyle hatırlamamız gerektiğini düşünen başarılı bir ressamın, bir suluboya kağıdı üzerinde sadece tükenmez kalem ile onun resmini yaptığı videoyu izleyeceksiniz. Ressam, öylesine bir Ronaldinho hayranı ki, eserinde onun tüm jest ve mimiklerine kadar aynısını yapmayı başarmış. Bu inanılmaz yeteneğin bir o kadar inanılmaz videosu ve Ronaldinho ile sizleri baş başa bırakıyorum...




Bu arada yakın zamanda bir Ronaldinho yazısı hiçte fena olmaz :)

25 Kasım 2016 Cuma

"Yaz kızım" : Dortmund 8-4 Legia


Bundan böyle 22 Kasım'a gelindiğinde tüm sosyal medya hesaplarında ve spor sitelerinde  "One years ago today" yada "Tarihte bugün" ve benzeri başlıklı haberler yazılacak. Bizde tarihe not düşelim : Dortmund, bir şampiyonlar ligi grup maçında kendi sahasında Legia Varşova'yı 8-4 gibi tarihi bir skorla mağlup etti. Bu aynı zamanda Şampiyonlar Ligi tarihinde bir maçta atılan en fazla gol anlamına geliyordu. Bu alanda rekor daha önce 8-3'lük Monaco - Deportivo maçına aitti. Bu fantastik skorun yakın tarihte geçilmesi de fazlasıyla zor görünüyor.

Uzun sakatlık dönemi sonrası sahalara bu maç ile dönen Dortmund'un yıldızı Marco Reus, hat-trick yaparken, Nuri Şahin de 19.şampiyonlar ligi maçında ilk kez ağları (göğüsü ile olsa da) sarsmayı başardı. Her bakımdan 'büyük bir istisna' olan karşılaşmada 10 ila 24. dakikalar arasında tam 5 gol atıldı. Dakikalar 32'yi gösterdiğinde ise tabelada 5-2 yazıyordu. Dortmund'un gol makinası Aubameyang bu maçta dinlendirilmeyip, son 20 dakika değil de 90 dakika oynasa kaç gol atardı? Tahmin bile edemiyorum. Mario Götze ve Emre Mor kulübede otururken, Andre Schürrle de ayıp olmasın diye son 20 dakika oynadı.

Son olarak; Legia'nın, Signal İduna Park'ta tam 4 gol atması mı tuhaf, yoksa Dortmund'un 8 gol birden atması mı ilginç? Buna da siz karar verin...

24 Kasım 2016 Perşembe

Come Back : Beşiktaş 3-3 Benfica

Henüz dakikalar 30'u gösterdiğinde tabelada yazan 3-0'ı gördüğümde aklıma 2005'te İstanbul'da oynanan Milan - Liverpool Şampiyonlar Ligi finali geldi bir an. İlk yarı bir final maçının aksine 3-0 bitince, kimse Liverpool'un oradan epik bir şekilde geri dönüş yapacağını düşünmemişti. Gerrard ve arkadaşları, karşılarında o gece tarihin en iyi Milan kadrolarından birisi olsa da kısa zamanda maçı beraberliğe getirip, oradan penaltılarla ülkemizden "en büyük kupa" ile ayrılmıştı. Tüm bunlar gözlerimden bir film şeridi geçtiği anda çoktan ilk yarı bitmişti. Benfica, kalemize çektiği 3 isabetli şutta 3-0'ı yakalamış ve bir yerde artık maçı bitirmişti. Ekran başında maçı takip edenlerin % 90'ının böyle düşündüğüne eminim, en başta da kendim. Atiba kötü olunca, sanırım takımın diğer kalanı da kötü oluyordu.


Fakat böyle düşünmeyen bir topluluk vardı. Vodafone Arena'daki 40 bin kişi ilk yarının sonunda futbolcuları tribünlere çağırarak, onları motive etti. Son yıllarda ilk yarısını 3-0 yenik kapattığın bir maçta taraftarının hala maç 0-0 gibi davranıp, hep bir ağızdan bağırarak takımına destek vermesini garipsedim önce. Hatta bu desteği o kadar abarttılar ki, adeta maç  11'e 11 değil, 12'ye 11 oynanmaya başladı. Cenk Tosun harika ötesi, jeneriklik bir vole ile tabelayı nihayet değiştirdiğinde dakikalar 58'i gösteriyordu. İleride derin izler bırakacak, 'efsane' statüsüne girecek olan maçlarda hep böyle güzel goller atılmış ve takım adına ilk kıvılcım yakılmıştır. Uzatmalarla beraber daha 35 dakika vardı, bir umut işte. Yenilgiye baş kaldıran tribünlerle beraber Quaresma, Cenk Tosun ve Aboubakar daha motiveydi ikinci yarı. Takım öyle hırslı oynuyordu ki, tempo da artmaya başlamıştı. Ataklar sağlı sollu geliyordu ama beklenen gol galiba gecikecekti biraz. Umutlar yavaş yavaş tükenmeye başlamıştı ki, o penaltı anı geldi ve gözlerimizdeki umudu iyice artırdı. Q7 golü attığında, artık kalan 10 dakikada maçı bile kazanabileceğimizi düşünmeye başladık. Maçın yıldızı Quaresma, soldan yaptığı ortada Aboubakar golü attığında sadece Vodafone Arena değil, ekran başında izleyen milyonların evinde aynı çığlık atıldı : Goooooooollllllllllllllllll...

Evet gol, bal gibi gol. Dakika 88 ve skor 3-3. 11 sene önce Liverpool'un yaptığını bu defa Beşiktaş yapıyordu. Cehennemden cennete büyük bir çığlık yükseliyordu. "Come back" kavramını ve gururunu bu defa yine İstanbul'da bir takım yaşıyordu ve bu Beşiktaş'tı. "Zafer; asla vazgeçmeyenlerin ve inananlarındır" sözünün tam da birebir yaşanmış halini tüm dünyaya izlettirdi Şenol Güneş ve takımı. Kulüpler sıralamasında bugün kendisine 9.sırada yer bulup, bu kategoride Arsenal, Man. City, Man. Unıted, Sevilla gibi takımların üzerindeki böylesine karakterli bir takım olan Benfica karşısında muhteşem ve tarihi bir geri dönüş yapmak son derece önemli bir zafer. Yenilgiyi asla kabullenmeyen, sahada canını dişine takan, seyircisiyle beraber adeta 12.adam haline gelen Beşiktaş, ilk yarıda yaptığı hataların bedelini ikinci yarı fazlasıyla ödetti ve gruptan çıkma yolunda büyük bir avantaj sağladı. İkinci yarıdaki özverili futbol, beraberinde Beşiktaş'ın bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde en fazla isabetli pas yaptığı maçı oynamasını sağladı (511)

Beşiktaş, bu zafer ile beraber ülke futbolu adına çıtayı yükseltmiş ve en başından beri "en büyük arzum Şampiyonlar Ligi" diyen bir teknik adamıyla da bu başarıyı sonuna kadar hak etmiştir. Beşiktaş, devler liginde efsane maçlar oynamaya devam ediyor. San Paolo'da Napoli galibiyeti ve üzerine Benfica karşısında 3-0'dan 3-3'e masalsı geri dönüş. 

Bundan 1 ay önce twitter hesabımdan, Beşiktaş Vodafone Arena'da lig maçlarında yenilmez demiştim. O yazdıklarıma bir ek yapmak lazım sanırım : Beşiktaş, "Vodafone Arena" adındaki futbolcusuyla bu statta Avrupa'da dahi maç kaybetmez!



Bir İstanbul harikası : Beşiktaş 3-3 Benfica...

22 Kasım 2016 Salı

ATP World No 1 : Andy Murray


Geçen sene bu zamanlarda Federer'in yakın markajında ikinci sırada bulunan Andy Murray, muhteşem geçen 2016'nın ikinci yarısı ile beraber yeni dünya 1 numarası oldu. Britanyalı raketin bu başarısı kesinlikle tesadüfi değil. Zaten en büyük rakibi Novak da "Şüphesiz o, bu oyunun en iyisi ve birinciliği hak ediyor" demeçleriyle bu gerçeği kabullenmiş oldu. Djokovic'in 2016'nın ikinci yarısındaki düşüşünün sebebi olarak, onun takvim slami yapma adına Roland Garros'a aşırı motive olması ve bu hedefine ulaştıktan sonra kalan sezonda bir nevi hedefsiz kalmasını gösterebiliriz. Peki bundan sonrası ne olacak?

2016 Wimbledon sonrası, tenise ara veren ve sakatlığının geçmesini bekleyen Roger Federer, 2017 yılı ile beraber kortlara geri dönecek. 35,5 yaşında ve hali hazırda sıralamada 16.lığa kadar düştüğü için turnuvalarda güçlü isimlerle karşılaşacak ve bırakın Grand Slam kazanmayı, herhangi bir ATP 500 dahi kazanması gerçekten zor olacak. Nadal, bir türlü vites yükseltemediği ve nispeten hayal kırıklığına dönüşen 2016 sonrası, yeni yılda kendine ilk 4 sıra içerisinde yer bulabilecek mi? 'Makina' ayarlarına geri dönmek için büyük bir hırs yapmasını beklediğimiz Djokovic, tekrar dünya 1 numarası olabilecek mi? Federer'in 17 Grand Slam'ini geçebilme umutları için sağlam adımlar atabilecek mi? Andy Murray, 2003 yılından bu yana "Büyük 3'lü"nün hegomanyasındaki "dünya bir numarası" olmanın ağır yükünü kaldırabilecek ve ünvanını koruyabilecek mi? İstikrarsız görüntüsüne rağmen final maçlarında adeta "Hulk" tadı veren Wawrinka, yine ummadık bir anda Grand Slam kazanabilecek mi? Geçen sezon sonunda ilk 10 dışında kalıp bu sezon top 10'a çıkan Raonic, Cilic ve Thiem yükselişlerini 2017'de devam ettirebilecek mi? Nishikori, Kyrgios, Pouille ve hatta listede bulunmayan Zverev ve Del Potro sürpriz yapıp şampiyonluklar elde edebilecek mi?

2017 ATP takvimi umarım güzel geçer. Rekabet her zamankinden daha büyük ve keyifli olacak, bu belli...

21 Kasım 2016 Pazartesi

Fenerbahçe - Galatasaray / Z Raporu

Ülkemizin en büyük derbi maçını geride bıraktık. Fenerbahçe'nin Kadıköy'de elde ettiği seri 18 maça çıktı ve Galatasaray bir kez daha 2-0'lık sonucun ardından sahadan boynu bükük ayrıldı. Van Persie biri penaltıdan attığı iki golle yıldızlaşırken, G.Saray'ın isteksiz ve sonucu kabul eden futbolu dikkat çekti.

İşte 18 maddelik Z raporu :

1 - Kadıköy'de son galibiyetini 22 Aralık 1999 yılında alan Galatasaray, geride kalan 17 maçta sadece 4 beraberlik çıkartabildi. Sözkonusu 17 maçın sadece 13 dakikasında G.Saray önde olan taraf olmayı başarabildi.

2 - Fenerbahçe, maçın her iki yarısında da kaleye 1'er isabetli şut çekerken ikisi de gol oldu. Buna karşılık G.Saray'ın, 90 dakika boyunca attığı isabetli şut sayısı sadece 1. (Bruma)

3 - Kadıköy'de bu sezon ilk defa bir maç kapalı gişe oynanırken, maçı 44.754 biletli seyirci izledi ve bu sezonun en yüksek rakamına ulaşıldı.

4 - Galatasaray'ın bu maçı kaybetmesinde, oynadığı kötü futbolun ve ruhsuzluğun büyük etkisi vardı. Fakat bunun da altında yatan 'Kadıköy sendromu'ndan başka birşey değil. Yani "ne yapsam da kazanamam" çaresizliğinin sahaya yansımış hali.

5 - Fenerbahçe, ezerek kazanmadı. Rakibinden daha fazla galibiyete inandı, savaştı ve kazandı. Derbi kalitesi vasat düzeyine dahi ulaşamadı.

6 - Yedinci hafta sonunda rakibinden 8 puan farkla önde olan G.Saray, sonrasındaki 4 maçta aldığı 3 mağlubiyetle bugün 11 hafta sonunda F.Bahçe'nin 1 puan gerisinde. 



7 - Çok değil daha 1 ay öncesine kadar 'Riekerink Bey' olarak atılan sloganlar, şimdilerde 'Riekerink istifa'lara kadar geldi. Hollandalı deneyimsiz hocanın maç içerisindeki taktik ve oyuncu dizilişleri, değişiklikleri hep hataydı. Balık baştan kokar. G.Saray'ın teknik adam başarısızlığının altında yine kulübün vizyonsuzluğu yatıyor. Böyle yönetime böyle hoca!

8 - Pereira'nın arkasında bıraktığı enkaz karşısında ilk başlarda bocalasa da, tecrübesiyle sistemi belirleyip taşları yerine oturtan ve Van Persie gibi sürekli "hazır değil, güçsüz" eleştirilerine kulak tıkayıp, oyuncusunu tekrar 'birinci sınıf golcü' mertebesine ulaştıran ve en başta da takıma 'winner' karakterini tekrar kazandıran Advocaat, galibiyetin baş mimarı.

9 - Riekerink, aynı zamanda Kadıköy'de galibiyet yüzü göremeyen 9.teknik direktör olarak tarihe geçti. Daha önce sırasıyla; Lucescu, Hagi, Gerets, Feldkamp, Skibbe, Rijkaard, Mancini, Hamza Hamzaoğlu da bu tecrübeyi yaşadı.

10 - Volkan Demirel, Kadıköy'de oynanan maçlarda ne G.Saray'a, ne de Beşiktaş'a karşı henüz yenilgi yüzü görmedi. G.Saray'a karşı 15 maça çıkan tecrübeli eldiven, bu maçların 10 tanesinde kazanan taraf oldu. Volkan, belki de çıktığı en rahat G.Saray maçını oynadı.

11 - Fenerbahçe, Kasım aylarını seviyor. 2011 yılından bu yana Kasım aylarında oynadığı 19 maçın sadece 5 tanesinde beraberlik alırken, kalan tüm maçları kazanmayı başardı.

12 - Eren Derdiyok, Cavanda, De Jong, Tolga Ciğerci, Serdar Aziz, Skrtel, Neustaedter ve Aatıf kariyerlerinde ilk defa Fenerbahçe - Galatasaray derbisine çıktılar.

13 - F.Bahçe Lens olmadan da maç kazanmasını bildi. Daha önce Lens'in oynamadığı 4 maçta da galibiyet yüzü görememişlerdi. (3B, 1M)

14 - G.Saray ayrıca, sezonun en kötü futbolunu oynamasının yanı sıra, bir maçta ceza alanında en az topla buluşan takım oldu. (2)

15 - Muslera, bu sezon kalesine isabet eden şutların % 75'ini kurtarırken, bu maçta kalesini bulan iki şutta da çaresiz kaldı.

16 - Maçın hakemi Cüneyt Çakır, 8 kez sarı kartını kullanırken, bunların 6 tanesinde G.Saraylı futbolcuları cezalandırdı. İki takımın da beğenisini alamayan Çakır, genel itibariyle çoğu zaman yaptığının aksine - maç sonucuna etki etmeden - iyi bir maç yönetti diyebiliriz.

17 - Tam 5 yıl sonra deplasman yasağının kalkmasıyla, Fenerbahçeli ve Galatasaraylı futbolseverler, maçı beraber izleme şansı buldular.

18 - Bu galibiyetle F.Bahçe puanını 21 puana çıkartırken, G.Saray 20 puanda kaldı. Beşiktaş ise 27 puanda. İki hafta sonra oynanacak Fenerbahçe - Beşiktaş maçının önemi bir kat daha arttı. O maçın sonucu, ligin şeklini değiştirebilir.

18 Kasım 2016 Cuma

Baba - Oğul / Jordan - Kobe

Belki aralarında sadece 15 yaş fark var ama baba - oğul gibiler aslında. Jordan, basketbol tarihinin babası ise, Kobe'de onun oğludur. Erkek çocuklar, genelde babalarını taklit ederler. Kobe'nin sahadaki her hareketi, adeta Jordan'ın kopyası gibiydi. Atış şekillerinden, maç kazandıran basketlerine, jest - mimiklerinden winner karakterine ve sahadaki üstün yeteneklerine kadar Kobe, kariyeri boyunca Jordan'ın devamı gibiydi. 

Hiç bitmeyecek bir aşk filmi tadında geçen mükemmel kariyerinin sonu olan 2003'te majesteleri, parkelerden çekildiğinde tüm dünya yasta ve boynu büküktü. Hatta biraz da basketbola küskün haldeydiler. Filmin devamı için en büyük aday Kobe Bryant idi ve Black Mamba beklentileri sonuna kadar karşılayacaktı. O film 13 yıl daha başarı ile devam etti. 'Jordan ruh'unu o parkelerdeyken özümseyen genç delikanlı, başrolde oynamanın korkusunu / heyecanını yaşamadan doğal akışında herşeyi mükemmel yönetti. Fakat herkesin malumu, her güzel şeyin bir sonu olacaktı. Hem zaman da hızla değişiyordu. Basketbol değişiyor, insanlar değişiyor, ihtiyaçlar değişiyor, yetenekler değişiyordu. Sonunda "Baba - Oğul" filmi bitti. 13 Nisan 2016'da görkemli bir veda ile filmin galası yapıldı ve tarihteki yerini aldı. Milyonların gözyaşları, geride bırakılan unutulmaz maçlar ve sayısız şampiyonluklar eşliğinde, basketbolun popülaritesini en üst dereceye yükselten iki ismin ruhları ile beraber kendileri de büyük alkışlarla tamamen sahneden çekildiler. 

O 'ruh' başkaydı ve tamamen parkelerin içine gömüldü artık. 2010'ların başında ise yeni bir jenerasyon geldi ve LeBron James adındaki yetenek, farklı oyun anlayışı ve modern zamanın öğretileriyle yeni bir ruhun baş temsilcisi oldu. Bugün LeBron, kısa zamanda adını bu sporun en iyileri arasına yazdırdı bile. 

'Ruh'lar değişiyor ama basketbol sevgisi ve parkelerin çıkardığı yetenekler her zaman artarak devam ediyor. Geçmişinizi unutmayın, geleceği ise kucaklayın ve sevin...

Michael Jordan & Kobe Bryant

17 Kasım 2016 Perşembe

El Yapımı Spor Kanvas Ayakkabılar

Kanvas ayakkabı deyip geçmeyelim. İşin içine profesyonel eller girince, biraz da sporu, özellikle futbolu seviyor ve onunla iç içe iseniz bu ayakkabılar, tam da size göre. Birçok farklı boyama ile sade beyaz kanvas ayakkabılar fazlasıyla havalı ve farklı oluyor. Sizlerin de tuttuğunuz takımın renkleriyle boyanmış kanvas ayakkabılara ulaşmanız mümkün. Aşağıda birkaç futbol kulübünün modellerini görebilir, eğer ki sipariş vermek isterseniz fotoğrafların altındaki websitesi ve mail adresinden ulaşabilirsiniz...










Siparişler ve tüm modeller için... https://elov.en.alibaba.com/productlist.html ve iletişim için... chirs@e-lov.cn

15 Kasım 2016 Salı

Buffon'dan Donnarumma'ya...

2008 yazına gidelim. Juventus ikinci lige düşürülüp tekrar Serie A'ya çıkmış ve ligi 3.sırada bitirmişti. Bu hiçte küçümsenecek bir başarı değildi. Travma, yerini 'eski günlere dönüşün sinyallerine' bırakmıştı. Buffon 30 yaşındaydı ve hala formdaydı. Pek çoklarına göre dünyanın en iyi kalecisiydi. Neuer tehditi henüz dillendirilmemişti. Küme düşmelerine rağmen gemisini terk etmeyen birkaç kişiden birisiydi. Tekrar eskisi gibi Serie A'da başarılar, şampiyonluklar yaşamak istiyordu.

Ada'da ise Manchester City, Arap sermayesinin kulübü satın alması ile beraber, yeniden yapılanma arayışlarında kim var, kim yok transfer ediyordu. Başarısız geçen sezonun ardından; Shay Given, Zabaleta, De Jong, Bellamy, Kompany, Robinho, Jo ve Shaun Wright - Phillips gibi oyunculara 100 milyon sterlinin üzerinde para harcadıktan sonra sıra kaleci transferine gelmişti. 32'lik Given ve 21'lik genç Joe Hart'tan daha sağlam bir eldivene ihtiyaçları vardı. Buffon'u almak istediler. Yıllık 15 milyon euro karşılığı 5 yıllık kontrat önerdiler. Buffon o zamanlar Juventus'tan 5 milyon euro kazanıyordu ve maaşı birden 3 kat artacaktı. City, bonservis için Juventus'un kapısını ise tam tamına 75 milyon euro'dan çalacaktı. Bu inanılmaz teklifi ne Buffon ne de Juventus kabul etmedi. "İkinci lige düştüğümüzde gelen teklifleri kabul etmedim, şimdi neden takımımı yalnız bırakayım" diyen Buffon 16 yıldır Juventus'ta ve artık o takımın vazgeçilmezi, hatta heykeli dikilecek düzeyde ve Serie A tarihinin gördüğü en iyi 3 kaleciden birisi...


Şimdilerde ise Guardiola'nın City'si, kaleci transferi için yine gözünü çizmeye dikti ve bu defa da Buffon'un tek varisi olan bir diğer "Gianluigi", Milan'ın 17,5 yaşındaki lise öğrencisi Donnarumma'yı transfer etmek istiyor. Her ne kadar bu sezon başında kaleye eski Barca'lı Bravo'yu alsa da Pep, uzun yıllar kaleyi sağlam bir isme, yani geleceğin en büyük kalecisi olarak yorumlanan genç Donna'ya emanet etmek istiyor ve Maviler, kasasından 50 milyon euro'yu dahi feda etmeye hazır. Milan ile ilk resmi maçına 25.10.2015'te yani 16,5 yaşında çıkan Donnarumma, o zamandan günümüze tam 45 maça çıktı ve sessiz ve sakin bir şekilde yoluna dolu dizgin devam ediyor. Her fırsatta "çok büyük bir kulüpteyim ve burada emekli olmak istiyorum" dese de, zaman ne gösterir bilinmez. Real Madrid, Barcelona, Ada kulüpleri, Alman 'dev'leri her zaman cazip olacak seçeneklerden biri olacaktır.

Ayrıca Donanrumma'nın kontratı Haziran 2018'de sona erecek. Milan'ın en geç bu sezon sonunda genç kaleci ile kontrat yenilemesi gerekecek. Yoksa??? 'Kaçan balık büyük olur' derler...

14 Kasım 2016 Pazartesi

NBA - Play off rekorları kırılır mı?

NBA, 2010'lu yıllardan sonra o kadar evrildi ki, neredeyse her hafta rekor kırılacak hale geldi. Triple double'lar havada uçuşurken, aynı gece oynanan maçlarda 30 sayı ve üzeri en az 5-6 basketbolcuyu görmek artık çok normal bir haber oluyor. İstatistiklerin tetiklediği rekabet duygusu yeni başarıların, yeni rekorların habercisi adeta. Bu durumdan en çok da basketbol severler karlı çıkıyor şüphesiz. 

İşin bir de play off ayağı var. Normal sezonun bitmesine daha çok var. Peki aşağıda alanlarında lider olan isimlerin play off rekorlarından sizce hangisi daha önce kırılır?

Michael Jordan - 63 - Bir maçta en fazla sayı
Magic Johnson - 24 - Bir maçta en fazla asist
Wilt Chamberlain - 41 - Bir maçta en fazla ribaunt
Hakeem Olajuwon - 10 - Bir maçta en fazla blok
Allen Iverson - 10 - Bir maçta en çok top çalma
James Harden - 13 - Bir maçta en çok top kaybı


Bulls - Celtics, 20 Nisan 1986
Lakers - Nuggets, 17 Kasım 1989

Houston - Warriors, 28 Mayıs 2015

Tahminlerim...

- Michael Jordan'ın 63 sayılık rekoru yakın zamanda kırılamaz. Bir ihtimal 2 yada 3 uzatmaya giden bir maç olursa belki...

- Magic Johnson ve 24 asist. Gerçekten inanılmaz. Normal sezon maçlarında dahi 16-17 sayısına ulaşan iki elin parmaklarını geçemiyorken 24'ü geçmek büyük marifet ister. 2 uzatma ile olabilir.

- Ribaunt demek, Chamberlain demek. O yüzden 41 ribaunta yaklaşacaklarını dahi düşünemiyorum. Kaldı ki bir takımın maç başı ribaunt ortalaması zaten 40 - 50 arası oluyor.

- Olajuwon'un 10 bloğu sanki en önce kırılabilecek bir rekor gibi görünüyor. Hali hazırda 5-6 rakamına normal sezonda ulaşabilen basketbolcular play off'larda kısır geçen bir maçta 10'u geçebilir sanki.

- 'The answer' Iverson'un 10 top çalması da yakın zamanda kırılabilecek rekorlardan birisi. Çok kolay değil ama çok da zor değil.

- Rekorlar arasındaki tek aktif basketbolcu olan Harden'ın top kaybetme rekoru için yine kendisinin bu alanda favori olduğunu düşünüyorum :)

11 Kasım 2016 Cuma

Bir Takımla En Çok Gol Atanlar


Nistelrooy Manu'da, Henry Arsenal'de, Shevchenko Milan'da kalsaydı, ilk 10'a girme şansları olurdu kanımca... Ayrıca Raul, Mourinho'nun gazabına uğramasa listede 1-2 basamak daha yukarıda olabilirdi. Messi elbette zirveye oturacaktır, tahminen seneye bu zamanlarda. Ronaldo ise ikincilik için en az 3 yıl beklemek zorunda gibi görünüyor. CR7'nin yine de Messi'den 5 sene kaybı olduğu halde aralarındaki farkın sadece 97 olması da Ronaldo'nun büyük başarısı. 

Eğer şimdiki takımlarından en az 4-5 yıl daha ayrılmazlarsa; Thomas Müller 10.sıradan listeye dahil olabilir. Sergio Agüero da yine listeye girebilecek adaylardan. Fakat bu listeye girebilecek en potansiyelli futbolcu ise kuşkusuz Neymar. Henüz 24 yaşında olan Brezilyalı, 3-4 sezon sonra zaten dünyanın en iyi futbolcusu apoletini alıp, Messi ve Ronaldo'nun rekorlarını kırmaya çalışacak. Hali hazırda Milli Takımda 74 maçta yakaladığı 50 gol, 30 asist ile dahi gelecek için büyük ipuçları veriyor...

9 Kasım 2016 Çarşamba

Süper Lig'de İlk 10 Hafta

"İstatistik mini eteğe benzer. Çok şey gösterir ama asıl görünmesi gerekeni göstermez" der Sir Alex Ferguson. Biz şimdilik bu sözü rafa kaldıralım ve hazır Milli maç arası verilmişken, Süper Lig'de ilk 10 haftaya dair şu istatistiklere bir göz atalım ve ilerisi için daha güçlü yorumlarda bulunalım.

....................................

İlk 10 hafta itibariyle, Süper Lig takımlarının galip durumda oynarken topa sahip olma ortalaması %44.2.

- Süper Lig'de galip oynayan takımlar rakibe oranla 50 pas daha az yapıyor. Galipken pas sayısı artan üç takım; Beşiktaş, Karabükspor ve Konyaspor.

- Galip durumda Beşiktaş'ın pas yaparak oynama oranı %2 artarken, Fenerbahçe'nin %4, Galatasaray'ın %7, Trabzonspor'un %11, Bursaspor'un %16 azalıyor.

- İlk 10 haftada hücum bölgesinde en çok pas yapan takım Galatasaray (maç başına 114), ceza alanına pasla en çok giren takım ise Fenerbahçe (11.4).

- İlk 10 hafta rakip ceza alanına en çok top gönderen üç takım Fenerbahçe (maç başına 47.4), Beşiktaş (47.3) ve Galatasaray (46.5).



- Galip duruma geçince rakip ceza alanına gönderdiği top sayısı en çok düşen takım Başakşehirspor (maç başına 48.1'den 27.3'e).

- Aut ve taç atışlarını en çabuk kullananlar Galatasaray (ort. 10.4 sn.) ve Fenerbahçe (11.3), en geç kullananlar Başakşehirspor (17.1) ve Kayserispor (17.2).

- İlk 11 istikrarı en yüksek takım Galatasaray (5 maçta aynı 11). Her maça farklı 11'le çıkanlar ise Alanyaspor, Beşiktaş, Osmanlıspor ve Karabükspor.

- Cenk Tosun (Beşiktaş), ilk 10 maçta rakip ceza alanında topla buluşma (55), isabetli şut (18) ve gol (6) listelerinin zirvesinde.

- İlk 10 haftada en çok orta yapan oyuncu Quaresma (Beşiktaş, 96), akan oyunda en çok orta yapan oyuncu ise Candeias (Alanyaspor, 58).

- Yaptığı ortalar şutla en çok tamamlanan oyuncu Batalla (Bursaspor, 14), gelen ortaları şutla en çok tamamlayan oyuncu ise Adem Büyük (Kasımpaşaspor, 12).

- En fazla gol asisti yapan oyuncu Volkan Şen (Fenerbahçe, 5), en fazla şut asisti yapanlar ise Batalla (Bursaspor, 24) ve Bruma (Galatasaray, 24).





Tüm istatistikler; http://tr.matchstudy.com/ dan alınmıştır. İlk olarak devre arasında, sonrasında da ligin sonunda bakalım istatistikler nasıl değişecek? Bekleyip, göreceğiz...

1 Kasım 2016 Salı

2009 - 2010 Transfers

2009 - 2010 sezonu Avrupa Futbolu için çok önemli başarıların / başarısızlıkların / hayal kırıklıklarının / zirvelerin yaşanmasına sebep olan fazlasıyla ses getiren transferlerin olduğu bir sezondu. Cristiano Ronaldo, 94 milyon euro bedelle tarihin en pahalı transferi apoleti ile aylarca konuşuldu. Real Madrid'in başı çektiği neredeyse sıfırdan takım yaratma sevdası, tüm Avrupa'nın güç dengelerini bozarak beraberinde büyük transferlerin de habercisi oldu. En basitinden, Real Madrid'in 2009 - 2010 sezonu başında sadece transferlere ödediği rakam 250 milyon euro civarındaydı. Toplamda 7 futbolcu için kulübünden bu kadar para çıkınca, bazı futbolcuları da göndermek zorundaydı ve Madrid, an başta Hollandalıları kapı dışına atarken, birçok kulübün de tarihini ve talihini değiştiriyordu. İnter'e gönderdiği Sneijder, sezon sonu kulübü ile Şampiyonlar Ligi'ni kazanırken en değerli 3 futbolcudan biri olurken, Robben de ilk sezonunda Bayern Münih ile Şampiyonlar Ligi finali oynuyordu. Real Madrid ise sezon sonunda ligde Barcelona'nın ardından ikinci, Şampiyonlar Ligi'nde ise daha ikinci turda Lyon'a takılıyordu. Cristiano Ronaldo, Kaka, Benzema, Xabi Alonso ve diğerleri ilk sezonlarında CV'lerine kocaman bir EKSİ yazdırıyorlardı. Ezeli rakibinin Ronaldo ve Kaka gibi üst düzey transferlerine İbrahimovic gibi sansasyonel bir starla cevap veren Barcelona, sezon sonunda Real Madrid'i 2 maçta da yenip lig şampiyonu olmasına rağmen, Şampiyonlar Ligi'nde Mourinho'nun otobüsüne takılıp, yarı finalde elenmişti.


















İnter, Mourinho yönetiminde nokta transferler yapıyordu. Sneijder ile birlikte Eto'o, Milito, Lucio, Pandev, Motta gibi tecrübeli isimlerle tarihinin belki de en iyi dönemini yaşıyordu. Ligde ve Avrupa'da alınmadık kupa bırakmıyorlardı. Falcao adındaki dünya yıldızı, Arjantin'den Porto'ya sadece 4 milyon euro'ya transfer olduğunda kimsenin fazla dikkatini çekmiyordu. Sonrası zaten malum, ödenen milyonların ve Falcao'nun geldiği noktanın haddi hesabı yok. Shevchenko 33 olunca ilk göz ağrısı Kiev'in yolunu tutarken, Tevez'de partneri Ronaldo ayrılınca, bir başka Manchester takımı olan City'e uçuyordu. Türkiye'ye gelseydi 'Mario Gomez etkisi'ni yapacağını düşündüğüm yıldızlardan olan Pizarro'da Sheva gibi, eski kulübü Bremen'e giderken, Lyon sessiz sedasız transferlerin 'ala'sını yaparak tüm dikkatleri üzerine çekiyordu. Lisandro Lopez, Bastos, Lovren, Cissokho ve Gomis ile nasıl da Real Madrid'i elediklerini daha iyi anlayabiliyoruz. 

Diego ve Felipe Melo için kasasından 50 milyon euro çıkan Juventus'un sezonu 7.sırada bitirmesi ise büyük hayal kırıklığı olacak ve Diego'yu sezon sonu, Melo'yu da 2 sene sonra takımdan satacaktı. Kaka gibi starını sattıktan sonra ele avuca gelir sadece Huntelaar'ı alabilen Milan, ondan da verim alamayacak ve sezon sonu onu Schalke'ye satacaktı. Alman panzeri Bayern Münih ise Ribery'nin yanına Robben'i de alarak dünyanın en etkili kanat oyuncuları bende mesajını verdiği sezonda, Stuttgart'ta harikalar yaratan Mario Gomez transferi ile büyük ses getirdi. Biri Arsenal mi dedi? Wenger amcamız, tüm bu Avrupa'daki transfer hareketliliğine karşı olgun tavrını bozmadan, elini cebine atma gereği duymamış ve eleştiriler sonrası zorla sadece Vermaelen'i alarak sezonu tamamlamıştır...

2009 - 2010 sezonun en önemli transferleri.

SON 1 AYDA EN ÇOK OKUNANLAR