27 Ocak 2016 Çarşamba

Değişim...

Dünya dönüyor, dünya değişiyor. Spor dallarındaki rekabette doğal olarak yer değiştiriyor. Sonuçta hep aynı takımların hem kendi liglerinde hem de Avrupa / Dünya arenasında başarılı olması, sürekli zirveye oynaması tüm spor severleri sıkan ve ekrandan soğutan bir manzara. Modası eskiyen yada çağın gereksinimlerine göre hareket edip kendini yenilemeyenlerin bu acımasız dünyada yeri yok maalesef. Yeri var ama son sıralarda. Aynı zamanda bu değişim, yeni kahramanları da beraberinde sunuyor spor endüstrisine...

Futbolda Premier Lig'deki değişim tüm dünyaya örnek teşkil ediyor. Ranieri yönetimindeki Leicester City'nin haftalardır zirvede yer alması, Manchester Unıted'ın Sir Alex Ferguson sonrası yaşadığı travmaların üç yıldır devam etmesi, Chelsea'nin 'otobüs'ünün artık sırrının çözülmesi sonrası baş aşağı gitmesi ile beraber en başta, son şampiyonluğunu 12 sene önce alan Arsenal'in ve Arap sermayesi ile son yıllarda sürekli ilk 2'nin müdavimi olan Manchester City'nin iştahını kabartmış durumda. Bununla beraber dünyanın en iyi beş teknik direktöründen biri olan Klopp'u takımın başına getiren Liverpool'un da gözle görülür çıkışıyla önümüzdeki yıllardan itibaren ciddi bir şampiyonluk adayı olacağı gerçeğini de sadece tahminden ibaret görmemeliyiz. Ayrıca gol krallığı listesinin ilk 3 sırasında, uzun yıllar sonra Premier Lig'in ünlü bir takımında oynamayan Vardy, Lukaku ve İghalo'nun yer alması ayrı bir güzellik. Mesut Özil'in asist rekorunu kıracağı (çok az kaldı) bu sezonda Leicester'ın da bir şekilde sezon sonu kendisini ilk 4'e atarak Şampiyonlar Ligi tecrübesini yaşayacağını düşünüyorum. Kısacası futbolun beşiğinde güzel gelişmeler oluyor.

La Liga, Bundesliga ve Lig 1'de ise bir değişiklik yok. Şampiyon olacak takım aday sayıları oldukça kısır ve hep aynı döngüde devam ediyor. PSG'nin 22 hafta sonunda 21 puan farkla lider olması o ülke futbolunun izlenebilirlik seviyesini 0'a indiriyor maalesef (Gerçi Zlatan var, yoksa hayatta izlenmez). Serie A'da ise sezona ilk 6 maçta aldığı 5 puanla başlayıp, Napoli, İnter, Roma ve Fiorentina gibi takımların alıp başlarını gitmesine sebep olan Juventus'un, 22.haftasına girilen ligde son 11 maçını üstüste kazanması ile tekrar şampiyonluğun bir numaralı adayı olduğunu görüyoruz. Rakiplerinden bir tek Napoli'nin kendisini zorlayabileceğini düşündüğümüz Çizme'de sezon sonu yine Zebra'lar ipi göğüsleyecektir, büyük bir aksilik olmazsa...

Basketbolda en üst mertebe olan NBA'deki değişim, herkesin dilinde. Michael Jordan sonrası bayrağı devralan Kobe Bryant'ın bunu uzun yıllar başarı ile devam ettirdikten sonra 2010 yılından itibaren bu ünvanı LeBron James'e vermesinin ardından geçen sezon çok güçlü bir giriş yaparak tüm hesapları altüst edip parmağına yüzüğünü takan Stephen Curry'nin bu sezondan itibaren bu bayrağı güçlü bir şekilde ele alacağı (kimilerine göre aldığı) gerçeği de değişimin en güzel örneklerinden. Kadro bozulmazsa önümüzdeki 2-3 yıl daha Golden State Warriors'un sürekli finaller oynayacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.

Euro League'de başta Fenerbahçe'nin Obradovic önderliğinde yaptıkları ve tüm Avrupa'nın asla eşleşmek istemediği bir takım haline gelmesi de tüm dünyada yaşanan değişimlerin güçlü örneklerinden biri. Keza sürekli başarıların ve zirvenin baş adayları olan Real Madrid ve Olimpiakos'un da eski güçlerinden uzak performansları, artık yavaş yavaş milatlarının dolduğunu ve derhal kan değişimi yapmalarının (kadro - taktik vb.) geldiğini gösteriyor.

Tenis dünyası ise bu değişimin bir türlü değiştiremediği spor dallarından birisi. Erkek tenisini yıllardır domine eden 34,5 yaşındaki Federer'in hala Grand Slam'lerde en kötü yarı final oynadığı bir ortamda genç nesilin ne kadar da etkisiz kaldığını görüyoruz. Tenisin 'makina'sı Djokovic'in bu alanda kendisini en çok zorlaması beklenen Nadal'ın sakatlık sonrası bozulan formu, psikolojik ve mental anlamda yetersizliği (güç, hız vb.), Wawrinka'nın istikrarsız ve savruk görüntüsü, Murray'in ise bir türlü finallerin adamı olamaması sebebiyle kendisine meydan okuyacak tek kişinin yaşlı kurt Federer olmasından dolayı nasıl da bu alanda açık ara 1 numara kaldığı gerçeğini de net bir şekilde okuyabiliyoruz. Kadınlarda da durum farklı değil. Federer'den sadece 1 ay küçük olan Serena Williams hala tüm üst düzey turnuvalarda baş favori ve önüne geleni süpürüyor. Bu anlamda Djokovic gibi adeta bir makina düzeninde işliyor ve fiziğini yeteneği ile birleştirip tüm genç tenisçilerin korkulu rüyası olmaya devam ediyor. Djokovic'in üst düzey çoğu turnuvada finallerde rakibi birçok kez Federer olurken, Serena'nın rakiplerinin sürekli farklılık göstermesi tenis dünyasının en büyük değişkenliği olsa gerek...

26 Ocak 2016 Salı

Büyük Dram : Milan - Ajax / 2003


Bazı takımlar vardır, uzun yıllar beraber oynarlar, efsane olurlar. Bazıları da vardır ki, herkesin gıpta ile baktığı ve geleceğin takımı diye lanse ettikleri bir anda, yavaş yavaş serpilir ve dağılır. Efsane olamadan, büyük başarılara imza atılamadan tarih sahnesinden çekilir ve bir daha asla o başarıya ulaşamaz. Kimden mi bahsediyorum? 2002 - 2003 sezonu Ajax takımından.

Önünüzden film şeridi gibi geçecek bir kadro. 27 futbolcunun en az yarısı büyük takımlara göçtü gitti. Ajax, bu yüzden boşuna Ajax olmadı. Ajax bu yüzden dünya futboluna yön veren altyapı sistemiyle çığır açtı ve birçok kulübe ilham verdi. Kendisi Avrupa'da başarılı olamadı (2000'li yıllarda) ama Avrupa'da takımlarında birçok kupa kaldıran futbolcuları yetiştirdi ve dünya futboluna armağan etti.

2002 - 2003 sezonunda Ajax, o zamanlar Şampiyonlar Ligi formatının farklı olması sebebiyle İnter, Lyon ve Rosenborg'un yer aldığı ilk grubu averajla ikinci sırada bitirerek diğer gruplara kaldı. Bu defa grup daha da güçlendi ve karşılarına Valencia, Arsenal ve Roma geldi. Grubundaki üç takımın kadro güçlerinin Ajax'tan birkaç gömlek üstün olmasına rağmen genç Ajax; grubu namağlup (5 beraberlik, 1 galibiyet) bitirerek, Şampiyonlar Ligi'nde son sekize kapak atmayı başardı.

Çeyrek finalde, o sezon bu kupayı kazanacak olan Ancelotti'nin efsane Milan'ı ile eşleşen Ronald Koeman'ın Ajax'ı ilk maçta Amsterdam'da gol atamayınca (0-0) avantajı rakibine kaptırmıştı. San Siro'daki rövanş öncesi Ajax için aslında güzel gelişmeler vardı. Gattuso cezalı, Pirlo ve Seedorf ise sakattı. Gerçi Van der Vaart'ın sakatlığı da Koeman için büyük bir sorundu. Ajax 21,8 yaş ortalaması ile maça çıkarken, Milan'da bu rakam 28,7 idi. 76 bin seyirci önünde oynanacak maçın hakemi efsane hakemlerden İspanyol Mejuto Gonzalez. Daha dk.18'de Chivu'yu resmen biçen Ambrosini, tamamen "evsahibi ve koskoca Milan canım, hemen olmaz" kontenjanından kırmızı kart yerine sarı kart ile geçiştirildi ve maçta ilk kırılma anı yaşandı. Brocchi'nin ceza yayı üzerinden vurduğu şutta savunmaya çarpan topta kontrpiyede kalan Lobont'un son anda muazzam bir refleksle çıkardığı top ise her zaman bende "en iyi kaleci kurtarışları"ndan biri oldu. 30'da sağ kanatta topu getiren Shevchenko'nun ortasında Lobont'un hatasını iyi değerlendiren İnzaghi ile soyunma odasına 1-0 ile giren Milan karşısında, ikinci yarıda Litmanen ile beraberliği yakaladı Ajax. Bu skor yarı final demekti Hollandalılar için. Ama Ancelotti'nin elindeki yıldızlar topluluğunun da durmaya niyeti yoktu. Bu defa İnzaghi soldan getirdi, Sheva ile 2-1'i yakaladı Milan. Koeman'ın genç öğrencileri artık kritik dakikalara girildiğinde topyekün risk almak zorundaydı. Belki de bu yüzden üçüncü golü kalelerinde görüp maça ve tura havlu atacaklardı ama buna mecburdular. Dakikalar 78'i gösterdiğinde takımın asist kralı Van der Meyde'nin ortasına Zlatan İbrahimovic öyle bir kafa 'asist'i yaptı ki takımın 10 numarası olan 20 yaşındaki Pienaar'ın karşısında 37'lik Costacurta kalınca, Güney Afrika'lı bunu çok iyi değerlendirdi, düştü kalktı ve topu Dida'nın bakışları içerisinde filelere yolladı, 2-2. Artık dakikalar Ajax lehine geçecekken, Ancelotti iki savunmacı Kaladze ve Simic'i çıkartıp Rivaldo ve Tomasson'u oyuna dahil etti. Koeman ise golü atan Pienaar'ı kulübeye çekip 18'lik Nigel de Jong'u direnç gösterme anlamında ortasahaya aldı. 82'de Shevchenko'nun karşı karşıya kaldığı pozisyonda Lobont'un bir kez daha kalesinde devleşmesi Ajax'ın umutlarını iyice artırdı. 90 dakika sona ermiş ve uzatmalar oynanıyor artık. Milan sahasından hızla çıkıyor. Soldan kaptan Maldini'nin doldur - boşalt ortasına Ambrosini kafa ile ceza alanına havalandırıyor. İnzaghi ilk golde olduğu yine boşta (bu durum biraz da onun yeteneği) ve kaleci Lobont'un üzerinden aşırtma vuruş yolluyor, tam da filelere doğru. Danimarka'lı Tomasson ise işi garantiye almak adına topa çizgide dokunuyor ve gol oluyor. Gol Tomasson'a yazılıyor ama İnzaghi fişi çeken adamdır. Ajax yıkılmıştır artık. Koeman'ın golden sonra "hemen kalkın ve komple takım olarak rakip kaleye gidin" dercesine yaptığı el işaretinin icraata dönüşmesi için artık zaman da kalmayacak ve Şampiyonlar Ligi tarihinin en dramatik maçlarından biri sonucunda Ajax, son dakika golü ile yarı final kapısından dönecekti. Elendiği Milan ise bu dram'dan çıkıp yarı finalde İnter (0-0 ve 1-1) ve finalde Juventus (0-0) karşısında oynadığı 3 maçın 90 dakikasında rakiplerini yenemeyerek Şampiyonlar Ligi şampiyonu (penaltılarla) olacaktı.

İşte futbolun garipliği de burada değil mi zaten. O zamanki Ajax, 2003 senesinden itibaren yaprak dökümü gibi ayrılmasa, o kadro en azından 3 sene daha beraber oynasalardı, eminiz ki Avrupa'da daha büyük başarılara imza atacak, en azından sürekli çeyrek finallerin, yarı finallerin müdavimi olacaktı.

Milan - Ajax : 3-2 maçın özet görüntüleri yazının en sonunda...
Zlatan'ın arkasında Maldini - Pirlo - Rui Costa ve Seedorf
18'lik Wesley Sneijder
Zlatan - Chivu - Maxwell
Büyük oyuncular...
Sneijder - De Jong 



Milan - Ajax 3-2 / 2003

Milan - Ajax Şampiyonlar Ligi çeyrek finali rövanş maçı oynandığı gün, bir başka efsane maç daha oynanmıştı : Manchester Unıted - Real Madrid. Tekrar hatırlamak isteyenler için maç anlatımı, videosu, fotoğrafları... http://bit.ly/1ZLtVdb

22 Ocak 2016 Cuma

Hangi Milli Takım, Hangi Sponsorla Çalışıyor?

Kabul etmeliyiz ki futbol demek, aynı zamanda para demek ve endüstriyel pazarın en önemli ticari meyvesi de futbol. Tam da bu noktada sponsor işi çok önemli bir ihtiyaç. Onların sayelerinde spor, özellikle futbol ayakta duruyor desek hiçte yanılmış olmayız. Sponsorların zaman zaman yapılan transferlerde, inşa edilen stadyumlarda ve daha birçok önemli alanda kulüplere yardım ettiklerini biliyoruz.

A Milli Takımların, yerel futbol kulüplerine nazaran sponsorlara daha fazla ihtiyaç duydukları gerçeği ile büyük markalar, dünya genelinde sponsorluk anlaşmaları ile çeşitli yayılmalar ve farklılıklar göstermiş. Aşağıdaki fotoğraflarda tüm dünyadaki ülkelerin - kıta bazlı - Milli takımlarının hangi sponsor firmalarla anlaştıklarını göreceğiz. En başta Adidas, Nike, Puma olmak üzere tüm dağılımlar harita üzerinde.

Sponsorluk demişken, Almanya Milli Takımı ile beraber uzun yıllardır Bayern Münih'in de sponsorluğunu Adidas yapıyor biliyorsunuz. 2013'te Bayern, Dortmund'dan Götze ile anlaşmış ve imza töreni düzenleyecekti. İmza törenine Nike marka bir beyaz t-shirtle çıkan Götze, Adidas ile Bayern'in arasını oldukça açmış, sonrasında olay tatlıya bağlanmıştı ama Götze'nin düşüncesizliği uzun yıllar unutulmayacak cinstendi...































19 Ocak 2016 Salı

Come back Sir Alex !!

Kulakları çınlasın İlker Yasin, "Döndürmedin Şevçenko'yu" derdi ve zamanla efsane bir kalıp haline geldi bu söz dizisi. Şevçenko bir dönmüş ve bizi bitirmişti. Önce A Milli Takımın 17.11.2004'te İstanbul'da Ukrayna'ya 3-0 yenildiği maçta 2 gol atan Andriy Shevchenko, bu maçtan bir sene sonra yine Kasım ayında Fenerbahçe'yi Şampiyonlar Ligi grubunda Kadıköy'de 4-0 ile bozguna uğrattığı maçta gollerin tamamını atacak ve Servet Çetin'e nazire yapacaktı. Döndürmemekti asıl mesele...

Şimdilerde ise 27 yıllık muazzam bir kariyer sonrası (38 kupa) Manchester Unıted'ı bırakan ve onun ayrılığı sonrası takımın bir türlü eski günlerine dönememesi ve buna bağlı olarak da ne ülkesinde ne de Avrupa'da başarı yüzü göremeyen ve kupa(lar)dan uzak geçen 3 yıl sonrasında tekrar geri dönebilme ihtimali konuşuluyor. Gerçi geçen hafta Van Gaal, Liverpool karşısında kaybetseydi bu konu iyiden iyiye dillendirilecekti ama Hollandalı, bu galibiyetle biraz zaman kazandı.

Eğer dönerse büyük ihtimalle teknik direktör olarak değil de bir nevi mentör yada sportif direktör (danışman) olarak efsaneleştiği şeytanlara geri dönme ihtimali olan Sir Alex Ferguson'u dünyadaki tüm MANU taraftarlarının da tekrar isteyeceği bilinen bir gerçek. 74 yaşındaki efsane teknik adamın, Manchester Unıted'ın futbol / başarı olarak bu denli dibe vurduğu bir dönemde eğer sağlığı izin verecekse kayıtsız kalmayacağını düşünüyorum. Tabii, 2016 - 2017 sezonu için Mourinho, Guardiola yada başka biriyle anlaşılmamışsa neden olmasın?

O yüzden döndürün Ferguson'u, dön be Sir!!


12 Ocak 2016 Salı

2015 Fıfa Ballon d'Or - MESSİ


1
2
3
4
5

2015

Me55i - 5 kez
Cristiano - 3 kez
Cruyff - 3 kez
Van Basten - 3 kez
Platini - 3 kez 
kazandılar...

La Liga'dan ödülü alan - 19 kez
Serie A'dan ödülü alan - 18 kez
Bundesliga'dan ödülü alan - 9 kez
Premier Lig'den ödülü alan - 6 kez

Peki sizce FIFA Ballon d'Or ödüllerinin objektiflikle sahiplerine verildiklerini düşünüyor musunuz?

6 Ocak 2016 Çarşamba

Maradona - Özel - Koleksiyonu


Diego Armando Maradona...

'Tanrı'nın eli' gibi orjinal bir deyimi literatüre eklettiren ve 'Yüzyılın golü' gibi kimselere mazhar olmayan bu prestijli ödülü aynı maçta (1986 Dünya Kupası çeyrek finali - İngiltere) attığı iki gole sımsıkı bağlayan olağanüstü bir futbol yıldızı...

30 Ekim 1960 Lanus, Buenos Aires doğumlu olan Arjantinli, birçoklarına göre gelmiş geçmiş en büyük futbolcu...

Teknik, yetenek, sürat, oyun zekası ve buna benzer birçok sıradışılık onun vücudunda birleşti. Boca Juniors ile Arjantin Ligi Şampiyonluğu, Barcelona ile İspanya Kral Kupası, La Liga Şampiyonluğu, İspanya Süper Kupası, Napoli ile Serie A Şampiyonluğu (2 kez), İtalya Kupası, UEFA Kupası, İtalya Süper Kupası, Arjantin Milli Takımı ile 1986 Dünya Kupası Şampiyonluğu ve 1990 Dünya Kupası Finali (Batı Almanya karşısında tartışmalı penaltı ile 1-0) yaşadı... 

Sadece bu kadar mı? Tabii ki hayır. Listeye dahil etmediğim sayısız ödülü ve başarıları var ama onun kariyerini, CV'sini tek tek yazarak sizleri sıkma niyetinde değilim...

Lafı daha fazla uzatmadan her yerde görmediğiniz, karşılaşmadığınız ve büyük ihtimalle bazılarını ilk defa göreceğiniz 20 kareden oluşan Maradona - özel - koleksiyonunu tüm 'Diego'cu arkadaşlar için paylaşıyorum... (Fotoğrafları tıklayıp büyütebilirsiniz)

21.12.1984 Juventus - Napoli maçı öncesi









1984 San Paolo Stadı. Napoli, büyük yıldızını beklerken


Brian May, Freddie Mercury, Diego Maradona and Roger Taylor

Efsane gol için güzel bir çizim
1986
13.05.1980 İngiltere'ye 3-1 yenildiler
Barcelona
1978





1981
1978 Kempes ile





















Temmuz, 1986

To be continued...

5 Ocak 2016 Salı

7 gollü efsane maç : M. Unıted 4-3 Real Madrid

Tarih : 23 Nisan 2003

Şampiyonlar Ligi çeyrek final rövanş karşılaşması... İlk maç : Real Madrid 3-1 Manchester Unıted

Yer : Old Trafford

Hakem :  Pierluigi Collina

Tribün : 66.708 seyirci

Manchester Unıted (4-3-3) : Barthez; Brown, Ferdinand, Silvestre (P.Neville, 79), O'Shea; Veron (Beckham, 63), Keane (Fortune, 82), Butt; Solskjaer, Giggs, Van Nistelrooy

Yedekler : Ricardo, Blanc, Forlan, Fletcher

Sarı kart : Veron, Fortune

Real Madrid (4-2-3-1) : Casillas; Salgado, Hierro, Helguera, Roberto Carlos; Makelele, Guti, McManaman (Portillo, 69); Figo (Pavone, 88), Zidane; Ronaldo (Solari, 67)

Yedekler : Cesar, Morientes, Flavio, Cambiasso

Sarı kart : Figo


15 gün önce Bernabeu'da oynanan ilk maçı Real Madrid 3-1 kazanmış, büyük bir avantajı cebine koymuştu. Madrid tarafında moraller yerindeydi ama bu maçtan sadece 5 gün sonra kritik bir maça çıkacaklardı. Nihat Kahveci ve Darko Kovacevic'in efsane bir sezon geçirdikleri Real Sociedad deplasmanına konuk olacaklardı. Rakiplerinden 6 puan öndeler ve eğer kazanırlarsa bitime dokuz hafta kala bir yerde şampiyonluklarını ilan edeceklerdi. Gerçi kaybetmeseler de büyük oranda işleri görülecekti. Korktukları başına gelecek ve Kovacevic (2), Nihat ve Xabi Alonso'nun golleriyle resmen dağılacaklardı (4-2) ve puan farkı 3'e inecekti. Galacticos için sıradaki maç El Clasico olacak ve Bernabeu'da Luis Enrique, Xavi, Mendieta, Puyol, Riquelme, Kluivert, Overmars'lı Barcelona'yı ağırlayacaklardı. Ronaldo'nun golüne eski Madrid'li Luis Enrique ile cevap veren Katalanlar, Madrid'e bir darbe daha indirecek ve Vallecano önünde gol-şov yapan (5-0) Sociedad ile arasındaki farkın 1'e inmesine yardım edecekti.

Artık Madrid için kafaları Ada'ya toplama zamanı gelmişti derken maçtan önce Raul Gonzalez'in apandist sakatlığı ile bir şok daha yaşayacaklar ve teknik patron Vicente Del Bosque takımını tek forvetle yani Ronaldo ile çıkarmaya mecbur kalacaktı. Zaten 3-1'in rövanşında bu çok normal bir tercih olarak görünecekti. Sir Alex Ferguson ise ilk maçın aksine skorun dezavantajı sebebiyle Solskjaer'i Nistelrooy'un yanında ilk 11'e koyup tamamen gol ve goller üzerine bir kadro inşa edecekti.

Avrupa kariyerini çok erken yaşta bırakmasa bugün adı Pele ve Maradona ile rahatça söylenebileceğini düşündüğümüz Brezilyalı Ronaldo'nun kariyerinin belki de en etkileyici performanslarından birini izleyecektik. 66 binden fazla seyircinin önünde daha 12.dakikada Guti'nin ara pasında, Ferdinand'ın müdahalesine aldırış etmeden Barthez'i avlayan Ronaldo, erken gol ümidiyle saldıran Unıted'ı sersemletti. Zira kırmızı şeytanların turu geçmesi için artık yemeden 3 gol atıp en kötü ihtimalle maçı uzatmaya götürmesi şarttı. Devre bitmeden Giggs'in tilki kurnazlığıyla Solskjaer'i gördüğü pozisyonda Nistelrooy'un golü ile soyunma odasına hiç değilse 1-1 ile giriyorlardı. Seyirci de gaza gelmişti. Atılacak bir gol ile maç çok değişik bir noktaya gelebilirdi.


Ronaldo için maç daha yeni başlamıştı ve o kilolu haline rağmen süre aldığı 67 dakikada attığı sprintlerle Unıted savunmasının başını döndürecekti. Bir de üzerine Zidane gibi bir futbol sanatçısının virtüözlüğünde başlayan atakta Roberto Carlos'un 'al da at' dediği pozisyonda Ronaldo, düşler tiyatrosundaki onbinlerce taraftarı susturacaktı (1-2). Manchester Unıted'ın da durmaya niyeti yoktu. Ferguson ve öğrencileri, bu maçı yıllar sonra tekrar tekrar hatırlanacak efsane bir maç kategorisine sokmak gibi bir düşünceleri vardı. Hem come-back yapma alanında da gayet tecrübelilerdi. 1999 Şampiyonlar Ligi Finalini kim unutabilir ki? Bayern Münih karşısında 84 dakika 1-0 geride oynayıp 90 ve 90+'da iki gol atıp Şampiyonlar Ligi şampiyonu olan yine onlardı.

Ronaldo'nun golünden sadece 2 dakika sonra ceza alanında Helguera rahatlıkla topu kornere atacakken tercihini genç Casillas'ın bacak arasından yana kullanınca rakiplerine piyangodan amorti çıkartıyordu (2-2). Ama şeytanların bugün kazanması için Ronaldo'nun sahada olmaması lazımdı. Beraberlik golünden sonra baskısını artıran Unıted, Solskjaer'in ceza alanında kaleci ile karşı karşıya kaldığı pozisyonda vurduğu şutta, bir ay sonra 22'sine girecek olan Casillas'ın inanılmaz refleksi sonrası maçın az da olsa 'kırılma anı' denebilecek pozisyonundan eli boş dönüyordu. Casillas en az 10 sene daha bu alanda en iyilerden biri olacağı inanılmaz bir maç çıkarıyordu ve bu defa da Veron'un sert şutunu bertaraf ediyordu. Madrid iyice bunalmış ve bu durumdan kurtulması için tek bir formül vardı, o da tahmin ettiğiniz gibi Ronaldo idi ve o da üzerine düşen sorumluluğun bilincinde yaklaşık 25 metreden Barthez'i 59 dakika içerisinde üçüncü kez mat ediyordu (2-3).


Del Bosque, görevini fazlasıyla yapan ve deyim yerindeyse efsane maçın efsane baş rolünü kusursuz bir biçimde oynayan Ronaldo'yu 67'de oyundan alınca Old Trafford tribünleri inanılmaz bir olaya imza atıyordu. Çeyrek finalde elenmelerinin baş muhatabı Ronaldo'yu hepsi ayakta alkışlıyordu. Old Trafford'da hat-trick yapma başarısı gösteren Brezilyalı "fenomen" bunu kesinlikle haketmişti.

3-2'den sonra Veron - Beckham değişikliği, Ferguson'a maçı kazandıracak bir hamle olacak ve Beckham, 10 senesini verdiği takımdan ayrılıp, 3 ay sonra transfer olacağı takım olan Real Madrid'e 20 dakika içerisinde 2 gol atacak ve takımının en azından maçı kazanmasını sağlayacaktı. Hele 3-3'ü buldukları frikik golünde maç boyu birçok kurtarış yapan Casillas'ı mumya gibi hareketsiz bırakması efsane maça yakışan mükemmel ötesi estetik bir vuruştu. Gerçi Beckham bu tarz golleri Manu ve sonrasında formasını giyeceği Real Madrid'de sıklıkla atmıştı.

2002 - 2003 sezonu Real Madrid için sezon başında UEFA Süper Kupası Şampiyonluğu (Feyenoord) ile başlamıştı. La Liga'da ise kendisini inanılmaz zorlamasına rağmen rakibi Real Sociedad'ın son 3 haftada kaybettiği 4 puan sonrasında dramatik bir şekilde lig şampiyonu da olmayı başardı. Nihat Kahveci (23) ve Darko Kovacevic'in (20) attıkları goller ve takımın oynadığı futbol herkesin takdirini kazansa da tecrübesizliklerinin verdiği bir anlık hataları onlara pahalıya mal oldu. Real Madrid, Şampiyonlar Ligi yarı finalinde tarihin belki de en iyi Juventus'una elendi. Kupayı ise tarihin en sıkıcı finali diyebileceğimiz maç sonrası bir diğer İtalyan devi Milan, penaltı atışları sonucu aldı. Şampiyonlar Ligi gol krallığını ise toplamda 12 gol atan Nistelrooy aldı.


İşte efsane maçın golleri...

Efsane futbolcular, efsane hakem ve efsane bir maç...

SON 1 AYDA EN ÇOK OKUNANLAR