19 Aralık 2011 Pazartesi

HERKES SÖZDE BİR, YA ÖZDE?

Malum ülke olarak futbolda yaklaşık 6 aydır zor günler geçiriyoruz… Tutuklular, iddianame, tapeler, kanıtlar, her kafadan sesler falandı filandı… Sanırım hepimiz artık suçluların bir an önce cezalandırılmasını istiyoruz… Bu konuya hiç girmeden başka bir konuya dikkat çekmek istiyorum :

Herhangi bir Türk takımı Avrupa’da mücadele ederken, diğer takımları tutan taraftarların sözkonusu Türk takımı ile oynayan yabancı takımı tutmaları ve desteklemelerini hiçbir zaman anlayamamışımdır… Ya da, yine bir Türk takımı eleme grubundan çıkmıştır ve bir üst turdaki rakibini beklemektedir. Bu Türk takımını tutmayan o ülkedeki rakip taraftarların büyük çoğunluğu ( aklı selim taraftarlar hariç ) içlerinden, “ İnşallah güçlü takımlardan biri ile eşleşirler de hemen elenirler. Mesela M.Unıted, M.City vb… takımlardan biri çıksın” derler… Pardon ama bunun neresi Türkçülük, neresi milliyetçilik ???

Takımlarımızın Avrupa’daki maçları sonucunda ülke puanları artıyor ve bir sonraki turnuvalarda bu puanlara göre takımlarımız Avrupa’da kendilerine yer ediniyorlar ve bunun karşılığında güçlüden güçsüze doğru çeşitli torbalarda gruplara ayrılıyorlar… Yakın tarihe kadar Şampiyonlar Ligi’ne katılacak olan Türkiye şampiyonumuz sürekli olarak gruplar öncesi 4. ve son torbadan katılıyordu. Hatırlayabildiğim kadarıyla bir keresinde Beşiktaş, bir keresinde de Fenerbahçe 3.torbadan kendine yer bulmuş ve bu bizi çok sevindirmişti… Şimdilerde ise yine 4.torbaya mahkum olduk



Bizler ne yapıyoruz? Bir X Türk takımı, Avrupa Kupası’nda mücadele ederken diğer ezeli rakiplerinin taraftarları X takımının rakibini tutuyor ve bunu da iş yerlerinde, mahallelerde, sosyal paylaşım alanlarında da netçe ve korkmadan ifade edebiliyorlar. Allah aşkına bunu yapmanın, bu düşünceyi aleni şekilde paylaşmanın Türk Futbolu’na ne gibi faydaları var çok merak ediyorum… Sonuçta herkese sorsanız, Türkiye’nin Avrupa’da söz sahibi bir ülke olmasını ve takımlarımızın da aynı oranda Avrupa’da başarılı olmasını ve Şampiyonlar Ligi’nde sürekli 2. ve 3. torbaların müdavimi olmak istediklerini söyler ama kimse icraata gelince bunu açık yüreklilikle söyleyemez ve sürekli içten içe bunun tam tersini yaşar ve paylaşır…

Misaller çoğaltılabilir. Örneğin; Trabzonspor yoluna UEFA Avrupa Ligi’nde devam edecek ve geçenlerde eşleşeceği takım belli olacaktı. Kuradan önce Fenerbahçeli arkadaşlarım ne kura törenini izlediler ne de yorum yaptılar. Çünkü onlar içten içe Trabzon’un M.Unıted, M.City ve Valencia ile eşleşmesini istiyorlardı. Çünkü kendi takımları bir şekilde bu kupadan yoksun bırakılmıştı ve Trabzon dahil hiçbir Türk takımının Avrupa’da başarılı olmasını istemiyorlardı. Bu düşüncelerle yoğrulurken bu tarz taraftarlar (!), 2-3 sene sonra Türk Futbolu’nun Avrupa’da tamamen dibe vuracağını ve takımlarımızın bu puanlarla ön eleme yapacaklarını dahi düşünemiyorlardı… Yani kısacası birbirimize düşman oluvermiştik… Bu sığ düşünce özellikle şike soruşturması kapsamından sonra daha fazla etkili oldu ama kesinlikle bu çağ dışı düşünceler bize yeni değil, geçmişten süre geliyor… ( Yukarıda verdiğim Trabzon – Fenerbahçe örneği aynı şekilde diğer takımlar için de geçerlidir. Yani 4 büyüklerden kim Avrupa’da ise diğer elenen takımlar yada o sezon Avrupa’da olmayanlar sözkonusu Türk takımını desteklemiyor, içten içe köstekliyor )

Aynı şekilde bir Türk takımının Avrupa’daki bir maçının canlı olarak TV’den verildiği bir platformda, diğer rakiplerinin o akşam o maçı coşkuyla bir Türk olarak izlemek yerine başka aktivilerde bulunmasıyla yada vakti olduğu halde bilerek izlemediğine tanık olabiliyoruz…



Neden Şampiyonlar Ligi arenasında 4.torbadayız demiştim, devam edelim… Çünkü takımlarımız Avrupa’da hiç başarılı değiller. Avrupa sıralamasında ilk 13 ülkenin şampiyonları turnuvaya direkt katılıyor. Biz şu an 11.sıradayız ve yıllar geçtikçe de düşen bir eğilim gösteriyoruz… Ukrayna ve Romanya gibi takımlar üstümüzde ve onların böyle bir endişeleri şimdilik yok… Bu son devam ederse 1-2 bilemedin 3 yıl sonra ülke şampiyonumuz Şampiyonlar Ligi için ön eleme oynamak zorunda kalacak. Bu olası kötü durum bizleri futbol olarak iyice dibe vurduracak ve Avrupa’da esamemiz bile artık okunmayacak…

Kritik olan ise bizim altımızda yer alan 2 ülke Yunanistan ve İsviçre’nin bu sezon ve önümüzdeki sezonki performansları… Bu sezon Yunanistan’da PAOK ve Olimpiakos bizden daha iyi puan elde ettiler ve ikisi de şu an itibariyle UEFA Avrupa Ligi’nde yollarına devam ediyorlar… İsviçre’den ise sadece Basel Şampiyonlar Ligi’nde gruptan çıkarak yüksek bir puan kazandırdı ülkesine. İkinci turda ise Bayern ile eşleşince açıkçası biraz rahatladık…  Özetlemek gerekirse, Avrupa sıralamasında 11. olan ülkemizin kısa vadede en azından UEFA’da çeyrek final görecek bir takım veya Şampiyonlar Ligi’nden de gruplardan çıkıp bir üst turu görecek takım oluşturamazsak 2-3 sene içerisinde ülke şampiyonumuzu sıkıntılı günler bekleyecek… O yüzden de bu sezon Beşiktaş ve Trabzonspor’un aldığı puanların çok büyük bir önemi var ve onları sonuna kadar desteklememiz şart…

Başlıkta da dediğim gibi HEPİMİZ VAKTİ GELİNCE FUTBOLDA, MİLLİYETÇİLİĞİMİZE BAĞLI OLARAK TÜRK OLUYORUZ, MENFAATİMİZE UYGUN OLMAYINCA İSE FRANSIZ!!!

9 Aralık 2011 Cuma

EL CLASİCO (10.12.2011)

El Classico'da Real Madrid, Bernabeu'da son galibiyetini 2007-2008 sezonunda Schuster ile Riijkard'lı Barcelona karşısında 4-1'lik skorla almıştı. O zamanki gollerin üçünü şu anda takımda olmayan Raul - Robben ve Nistelrooy atmıştı...


Sonrasındaki 3 sezonda ise Guardiola'yı takımın başına getiren Barcelona, 2008-2009'da 6-2'lik sansasyonel galibiyet ve 2009-2010'da da rakibini 2-0'la yenerek gövde gösterisi yapmıştı... Geçen sezon ise takımın başına gelen Mourinho ile Bernabeu'da oynanan maç karşılıklı penaltı golleri sonucunda 1-1'lik skorla sonuçlanmıştı...




TAHMİNİM :


Malum Türkiye'de bu maça TEK MAÇ oynanabiliyor... Benim tahminim, bu maçı Barcelona'nın kaybetmeyeceği yönünde... Sanırım Real Madrid'in bu sezon, Barcelona'dan daha iyi bir form grafiği yakaladığını belirtmeme gerek yok ama kadrosundaki futbolcuların kreatif özelliklerinin Real Madrid'e oranla daha iyi olduğuna inandığım Barcelona'nın Xavi - İniesta - Messi ile beraber oynarlarsa Pedro - Fabregas - Villa ile beraber Real Madrid savunmasını oldukça zorlayacağını ve gol yada goller bulacağını düşünüyorum...






Real Madrid kazanırsa, tüm dünyanın ortak görüşü olarak şampiyonluğu taaa şimdiden % 80 oranında garantileyecek ( Daha 23 hafta var )... Ben bu maçı tekli kuponumda 02 çifte şans olarak değerlendireceğim... Ayrıca direkt Barcelona galibiyetini de güzel orandan alternatiflerime alacağım... İki takımın da goller bulacağını düşünüyorum... Mourinho ve takımının kazanma azmi kadar Barcelona'lı futbolcuların da aradaki 6 puanlık farkı azaltmak için yada korumak için verecekleri mücadelenin üst seviyelerde olacağını düşünüyorum... Skor tahminim ise 1-2...

1 Aralık 2011 Perşembe

Avrupa'dan Futbol Manzaraları - 01.12.2011

01.12.2011 itibariyle kendi objektifimden Avrupa Futbolu ile ilgili gözlemlerim :


SAKAT BİR YILDIZ : SCHWEİNSTEİGER
2 Kasım’daki Napoli maçında sakatlanan yıldız ortasaha oyuncusunun yokluğunda Bayern Münih; ligde Augsburg’u zorla 2-1 yenerken, Dortmund ve Mainz’a ise yenildi ve ligde bir anda kendisine 3.sırada yer bulabildi. Barcelona için Xavi ne anlam ifade ediyorsa Bayern içinde Bastian aynı durumda. Takımını hem defansif hem de ofansif anlamda çok iyi yöneten oyuncunun sakatlığı ilk yarının sonuna kadar sürecek. Bu süreçte Bayern yine zorlanmaya devam edecek. Zaten üstüste gelen puan kayıplarıyla beraber liderliği de Dortmund’a kaptırdılar

-         - MANCHESTER CİTY… ACABA?
2000’li yılların başında Abramovich, Chelsea kulübünü İngiltere’de ve Avrupa’da şampiyonluk için satın almıştı. İlk yıllarda sekteye uğrayan bu hedeflerinde Ranieri ile başarılı olamayınca Porto ile harika işler yapan Mourinho’yu başa getirmişler ve 2005 ve 2006 da üstüste 2 yıl İngiltere’de şampiyonluk sevinci yaşamıştı. Sonuçta Chelsea, artık tüm dünyanın tanıdığı büyük kulüpler sınıfına geçmiş ve Avrupa’da da şampiyonluk yaşayamasa da son 7 yılda 1 final, 3 yarı final bir de çeyrek final görerek üst düzey bir performans göstermişti. Aynı yoldan ilerleyen bir diğer İngiliz M.City ise Arap sermayesi ile 3 yıldır birşeyler yapmaya çalışıyor ve en ciddi atılımı geçen sezon ligi ilk 4’te tamamlayarak şampiyonlar ligi bileti almasıyla yaptı. İlk şampiyonlar ligi deneyiminde ise maalesef sınıfı geçemedi. Napoli ve Bayern ile aynı gruba düşen City, son maçlar öncesinde rakibi Napoli’nin hatasını bekleyecek. Premier Lig’de ise fırtına gibi esen Mancini’nin öğrencileri 13 haftası geride kalan ligde namağlup ve sadece 2 beraberlikle en yakın rakibi MANU’nun 5 puan önünde. Fakat bu başarı ve konsantrasyon yüksekliği bakalım sezon sonuna kadar devam edecek mi? Benim öngörüm, usta teknik adam Mancini’nin elindeki bu kadroyla – ki bence tüm zamanların en iyi M.City takımı – son ana kadar MANU ile beraber yarışın içinde olacağıdır… 



ÇERİBAŞININ DİBE VURUŞU
Çeribaşı” nı herkes bilir. Lucescu’dan bahsedelim biraz. Takımı Shaktar Donetsk’i tüm Avrupa’ya tanıtan, 2009 da UEFA Kupası’nı müzesine götürerek büyük ün yapan Lucescu… Bu sezon şansını şampiyonlar liginde deneyen Ukrayna takımı; Apoel, Porto ve Zenit ile aynı gruba düşmüştü. 5 haftası geride kalan ligde sadece 2 beraberlik alarak büyük bir hayal kırıklığı yaratan Luce’nin takımı bununla da kalmayıp grubu son sırada bitirmeyi garantiledi ve UEFA’ya bile gidemeden evine dönmüş olacak. Bu son, şüphesiz deneyimli teknik adamın CV’sinde çok kötü bir görüntü olarak kalacak…






BİR DÜŞ HİKAYESİ : MONTPELLİER
Fransa’nın sıradan takımlarındandır Montpellier. Rene Girard yönetimindeki takım, geçen sezon ligi 14. sırada bitirirken düşme potasının sadece 3 puan üstündeydi. Bu sezonda ise sanki takıma sihirli bir değnek dedi. Bu sezon lige de süper bir başlangıç tapan mütevazi takım, son 6 maçta 5 galibiyet bir beraberlik alarak çıtayı iyice yukarılara çekti ve son haftalarda düşüşe geçen PSG’den liderliği de puan farkıyla (3) aldı. Kuşkusuz bu olağanüstü performanslarının altında takımın hücum ayağındaki Olivier Giroud’un müthiş performansı yatıyor. Yıldız golcü bu sezon ligde 14 maçta attığı 11 golle de gol krallığında zirvede. Ayrıca Fransa Ligi’nin genel gol sorununun tersine takımın ligde oynadığı 15 maçın 10 tanesi ÜST skorlarla sonuçlandı. Bakalım Montpellier takımının geçen sezonunun tam aksine yaşadığı düş hikayesi daha ne kadar sürecek bilmem ama takımın ciddi ciddi Avrupa Kupalarına katılma hedefi var. Kaldıki Lyon, Marsilya, Bordeaux gibi takımların da formsuz olduklarını düşünürsek neden olmasın demek lazım…

İSİMSİZ KAHRAMAN : CİSSE
Bu arada Bayern’in Bundesliga’da ses getiren futbolcuları her sezon yüksek bonservis bedeli ile satın aldığını herkes biliyor. Geçmişte, Neuer, Ballack, Ze Roberto, Lucio, Gomez, van Buyten, Luiz Gustavo, Klose transferlerini hatırlarız. Şimdi de geçen sezondan beri Bundesliga’da üst düzey işler yapan Freiburg’lu Papiss Cisse (Senegal) için nabız yoklayan Alman devinin transferi en geç devre arasında gerçekleştireceği konuşuluyor. Cisse, Bundesliga’da bir sezonda en çok gol atan (22) Afrikalı futbolcu konumunda



ÇARESİZLİK : VİLLAS BOAS
Hocası Mourinho’yu takip ediyor Villas Boas. Portekizli teknik adam ilk Portekiz dışı deneyiminde Chelsea gibi zor bir kulübün başına gelmiş ve kendisinden de beklentiler bir hayli fazlaydı. Genç teknik direktör, şu ana kadar gelinen noktada ise fazlasıyla başarısız durumda. Ligde 13 maçta aldığı 4 mağlubiyet belki çok önemsenmeyebilir – ki Mourinho hiçbir zaman bir sezonda bile bu kadar fazla yenilgi almadı – ama yenilgilerin Stamford Bridge ayağındaki Arsenal (3-5) ve Liverpool (1-2) ile gerçekleşmiş olması da bir o kadar başarısızlıktı. Ezeli rakipleri MANU karşısında da 0 çeken Chelsea, Carling Cup’ta da yine sahasında Liverpool’a teslim olmuş, şampiyonlar liginde ise bir üst tura çıkmak için son maçta sahasında Valencia karşısında mutlak kazanmak zorunda. Neresinden bakarsanız bakın Boas ve Chelsea sınıfta kalmıştır ve kritik Valencia maçını kaybeder ve Premier Lig’de Aralık ayında oynayacakları M.City, Tottenham ve Newcastle karşılaşmalarından kötü sonuçlarla ayrılırsa Abramovich’in ivedilikle Boas için bir karar vermesi gerekecek. Tahminim devre arasında Boas ayrılacaktır

KARİZMA, BAŞARI… JOSE MOURİNHO
Geçen sezon La Liga’ya ısınan Portekizli teknik adam, bu sezon geçen sezonun üstüne çok şey kattı ve Barcelona’nın da kısa aralıklarla yaşadığı form düşüklüğünden faydalanıp rakibinin 6 puan üstünde liderliği ele geçirdi. 13 haftada sadece 3. ve 4. haftalarda 3 günde kaybedilen 5 puan ve kalan 11 galibiyetin 9’u son 9 maçta. Bir dozer makinesi gibi önüne geleni ezip geçen bir takım. Makinenin en önemli parçası Ronaldo… Diğer parçalar da bir o kadar etkili. Higuain, Benzema, Mesut ve diğerleri… Bu sezon Galacticos’u yenmek çok zor olacak. İçeride dışarıda rakip tanımayan ve rakiplerine beş defa 4, iki kere 6 ve bir kere de 7 gol atan Mourinho’nun istatistikleri alt üst eden takımı için kamuoyu ve otoriteler şampiyonluğu bu sezon Barcelona’dan alacağı yönünde görüş belirtiyorlar. Tanıdığımız Jose de sonuna kadar şampiyonluk için herşeyi yapacaktır. 2 hafta sonraki El Classico maçı da bir o kadar önemli bir kıstas olacak bu hedef için. O maçta maçı daha çok kazanması gereken takım Barca olacak ve o maçı izlemekte büyük keyif olacak…



APOEL MUCİZESİ
Rum temsilcisi Apoel tarihinde ilk defa şampiyonlar ligi arenasında boy gösteriyor. Grubunda, bu zor lig için oldukça deneyimli Porto, Shaktar ve Zenit takımlarının içerisinde tek hedefleri grup 3. olup UEFA Avrupa Ligi’ne kalmaktı. Maçların seyri öyle geliştiki, Apoel takımı bir anda rakiplerinin formsuzluğu ve konsantre kayıplarıyla beraber ilginç bir manzara aldı. Sahasındaki 2 maçı da kazanıp, deplasmandaki 3 maçta da dirençli bir savunma ve başarılı bir takım futbolu örneği gösteren Rum takımı, son maçlar öncesinde gruptan çıkmayı dahi garantiledi. Lucescu gibi Avrupa deneyimi yüksek bir teknik adamın takımı olan Shaktar’a Ukrayna’da yenilmeyen, Porto gibi bu kupayı daha önce müzesine götürmüş ve kadro olarak kendisinden açık ara önde olan takım karşısında 2 maçta 4 puan alan Apoel’de hiçbir futbolcuyu belki de hiçbirimiz tanımıyor. Benim kadrolarını incelediğimde tek tanıdığım isim ise bir zamanlar müptelası olduğum CM (Championship Manager) oyununda da favori kalecilerimden biri olan Yunan kaleci Dionisis Chiotis’ti. Yunan kaleci gerçekten de bir zamanların gelecek vadeden kalecilerinden biriydi ve kariyerinin sonlarında Apoel’e transfer olmuştu…



MUHTEŞEM GERİ DÖNÜŞ : DORTMUND
Jurgen Kloppe, çok başarılı bir teknik adam. Gençliği, futbol görüşü ve mantalitesi çok çok iyi. Takımı Dortmund’u geçen sezon şampiyon yaparken bunu sonuna kadar haketmişti. Geçen sezondan takımın beyni Nuri Şahin’i kaybeden Kloppe, şüphesiz alt yapıdan çıkardığı Mario Götze’ye çok güveniyordu. Sezona istediği gibi başlayamayan ve en büyük rakibi Bayern Münih’in de tam tersine olağanüstü başlamasıyla beraber şampiyonluk için kendilerine pek şans tanınmıyordu. İlk 6 haftalık süreçte 3 mağlubiyet alan Dortmund, bundan sonra gaza çok iyi basıp 8 maçın 7 tanesini kazanınca herşey tersine döndü ve Bayern’in de dikkatsizliğinden ve form düşüklüğünden faydalanıp zirveyi ele geçirdi. Bu başarılarını takımın golcüsü Barrios’un zamansız sakatlanması da etkilemedi. Zira Barrios, bu sezon ligde sadece 1 kez ilk 11 çıkarken golü dahi yoktu. Halbuki geçen sezon ligdeki gol sayısı 16 idi. Bu sezon ise takımın hücum gücündeki en önemli isim Barrios’un yokluğunda ligde 9 gol atan Polonya’lı Lewandowski. Ayrıca geleceğin starı 19’luk Götze de attığı 5 golle takım için önemli bir katkı yaptı. Tanıdığım Kloppe, şampiyonluğu Bayern ile son haftaya kadar kovalar ve şampiyon olmaması için de hiçbir sebep yok

BEKLENİLMEYEN PERFORMANS : JUVENTUS
Yıllardır Serie A’da istediği başarıları gösteremeyen Juventus için bu sezon harika geçiyor. Ligde geride kalan 12 haftada alınan 7 galibiyet ve hiç yenilgi yüzü görmemeleri de savunmada ve hücumda ne kadar dengeli olduklarının birer göstergesi. Son Napoli deplasmanında dahi ilk yarıyı 2-0 geride kapamalarına rağmen oyun disiplininden kopmadan maçı 3-3 ile bitirmeleri müthiş bir azim ve geri dönüş gösterisiydi. Şahsen Juventus’un bu göz alıcı performansından oldukça etkilenmiş durumdayım. İnter ve Lazio gibi zor deplasmanlardan 3 puanla dönen ve Milan’ı da sahasında yenen Juve, şampiyonluğun da 1 numaralı adayı. Takımın bu yüksek form ritmine ulaşmasındaki en büyük gerçeklerden biri de takımın bu sezon sadece ligde mücadele etmesi. Milan ve İnter gibi Avrupa Kupalarında mücadele etmiyorlar ve bu onlar için çok büyük bir avantaj teşkil ediyor. Ama bu yüksek form düzeylerinin de hep böyle devam etmeyeceği de bir o kadar aşikar. Milan, Lazio ve hatta Udınese’nin de her daim zirve yolunda rakiplerini yalnız bırakmayacaklarını düşünüyorum




PEP’İN ÖĞRENCİLERİ YOKSA MAÇ MI SEÇİYOR ?
Barcelona, hala dünyanın en iyi takımı konumunda belki ama bu sezon istikrarı bir türlü yakalayamadılar. Milan gibi bir devi İtalya’da hem de 3 gol atarak yeniyorlar, takibinde Getafe gibi bir deplasmanda gol dahi atamayıp kaybediyorlar. Bu sezon üstüste 3 galibiyetten fazla bir seri yakalamayarak en büyük rakibi Real Madrid’in puan olarak da gerisinde kaldılar. Özellikle deplasmanlarda skor olarak beklentilerin altında alan Katalan ekibinde acaba futbolcular maç mı seçiyor diyesi geliyor insanların. Nou Camp’ta gol atamadıkları Sevilla maçı haricinde rakiplerine 3’ten aşağı atmayan ve 3 defa da 5-0 gibi şov skorları elde eden yıldızlar topluluğu takımın, zorluk derecesi çok fazla olmayan deplasmanlarda ise oldukça zorlandığını belirtmeliyiz. İşte burada Guardiola’nın da yetersizliği kanaatimce devreye giriyor. Takımını Mourinho kadar yönetemediğini de eklemeliyim. Ayrıca David Villa’nın da ligde attığı 5 golle de hayal kırıklığı yarattığını da söylemeliyiz. Sonuçta Barcelona’nın bir an önce Pep yönetiminde işin ciddiyetine varıp üstüste maç kazanıp iyi bir seri yakalaması şart. Aksi halde olası bir El Classico mağlubiyetinden sonra fark iyice açılabilir ve geri dönüş de bir hayli zorlaşır



BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GİBİ TAKIM
Geçenlerde Arsenal lig maçında sahasında Fulham ile karşılaşmış ve maç 1-1 tamamlanmıştı. Arsenal’in 90 dakika boyunca forma giyen 14 oyuncusunun tamamının farklı ülkelerden olduğu gerçeği ise oldukça fazla dikkat çekti. Tam 14 futbolcu ve herbiri farklı ülkeden. Bu gerçekten de rekor oldu sanırım. Almanya, Polonya, Fas, Brezilya, İngiliz, Rus, Fildişi Sahili, Hollanda, Kamerun, İsviçre, Belçika, Galler, İspanya ve Fransa’dan birer futbolcu oynatan Arsene Wenger’i tebrik ediyorum. Ayrıca ayrı bir tebrik de takımın ligin başındaki olumsuz tablodan sıyrılıp ligde son 6 maçın 5’ini kazanıp Chelsea’nin sadece 2 puan gerisine kadar gelmesine



Türkiye Spor Toto Süper Ligi için analizlerim ise önümüzdeki hafta yine burada olacak...

11 Kasım 2011 Cuma

Tek Parola : Galibiyet...

Kaleme alınması gecikmiş bir yazı benimkisi...


O yüzden maddeler halinde yazıp yorumlayacağım...


*** Bu akşam Hırvatistan ile tarihimizin en önemli karşılaşmalarından birini oynayacağız...

*** İşin 'bahis' tarafından bakarsak, turu atlayıp şampiyonaya katılacak takım Hırvatistan olarak dikkat çekiyor. Bu akşamki maçta ise Türkiye için 2,30 gibi yüksek bir orandan söz ediliyor. Maçlar çift maçlı eleminasyon sistemine göre oynanacağı için Hırvatların turu atlama oranı 1,60 seviyelerinde iken Türkiye için verilen oran 2,20... Buradan şu mantığada ulaşabiliriz. Bu maçın sonucu Türkiye'nin kazanması ve beraberliği ile sonuçlanırsa rövanş maçındaki oranlarda Hırvatların kazanma oranı 1,80 - 1,90 civarında olacaktır...

*** Aslında takımların tek tek kadro kalitelerine baktığımızda, Hırvatlar bizden bir adım önde...

*** Hırvatların lejyonerleri bizden daha fazla ve lejyonerlerin oynadıkları takımlar da bir o kadar iyi (Bayern Münih - Tottenham - S.Donetsk - Hamburg - Wolfsburg - Sevilla... )

*** Bizim takımımızın duygusal yönü maalesef Hırvatlardan daha üst düzeyde. Böylesi maçlarda duygusallık kazanmaz, mücadele ve taktik anlayışı kazanır...

*** Türkiye'nin tur atlaması için herkesin bildiği üzre, "Gol yemeden kazanması gerekiyor". 1-0'lık skor hiç de kötü değil... Gol yersek en az 3 gol atmalıyız. 2-1'lik galibiyet, ibreyi Hırvatlar lehine çevirir...

*** Hırvatlar, grubunda son maçlarda Yunanistan deplasmanına çıkmışlar ve onlar için 'kader' maçıydı. ama 2-0 kaybettiler. O zaman neden bizde kazanmayalım?


*** Burak ve Arda... Hücum anlamındaki 2 özel yetenekli futbolcularımız... Bugün belkide herkes onların performasını merakla bekleyecek ama Hırvatlarda bu 2 oyuncumuza önlem alacağına göre orta sahadan sürpriz oyuncuların iyi performanslarına ihtiyacımız olacak. Selçuk gibi, Emre gibi, Hamit gibi...

*** Biz kazanmaya, onlar kaybetmemeye oynayacağına göre ilk 11'imiz biraz hücuma dönük olmalı. Yani ortasahayı da tamemen defansif oyunculardan oluşturmamalıyız. Misal, orta alanda  Emre - Selçuk - Sabri - Hamit gibi bugün bir gazetede muhtemel 11 okudum ki, şaşırdım... Emre, Selçuk ve Hamit tamamdır ama bu oyuncuların yanına Sabri'yi de eklerseniz takımın ofansif gücü çok azalır ve pozisyona girmekte zorlanırız...

*** Benim ideal 11'imde ; Volkan - İsmail - Egemen - Giray - G.Gönül - Emre - Selçuk İ. - Hamit - Caner (Ozan İ.) - Arda ve Burak var... Tabi Hiddink daha tecrübeli diye sol bekte takıma hiçbir katkı sağlayamayan Hakan Balta ve savunmanın göbeğinde Servet'e de şans verebilir. Bunun dışında benim ideal kadromda yer verdiğim Caner'in yerine ise Mehmet Topal da oynayabilecek muhtemel adaylardan...

***  Maçın sonucunu 'inanmak' değil kararlı bir mücadele ve akıllı bir taktik belirleyecektir. Bir de tabiki olmazsa olmaz 'üst düzey konsantre'...

*** İlk maçın sonucu ne olursa olsun, rövanş mücadelesi zor geçecektir... O yüzden ilk maç nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın ümidimizi kaybetmememiz gerek...

*** Bizim için belki de en büyük tehlike 'sarı kart' sorunu. Tam 9 oyuncumuz kart sınırında ve bu maçta da kart görmeleri halinde Salı günü Zagreb'de olamayacaklar. Bu, takımımızın saha içinde her zamankinden daha sakin bir anlayışla mücadele etmesini sağlayacak. Çünkü kart sınırındaki oyuncularımız, takımın en kilit oyuncuları arasında yer alan; Burak, Emre, Hamit, Servet, H.Balta ve Sabri...

*** İlk golü biz atmalıyızki, rakibi sonrası için de hataya zorlayalım. İlk golü yiyen Hırvatlar oyunun sonlarında risk alacak ve bu da bizim lehimize olacaktır. Kontrataklarla ikinci golü de bulabiliriz... İlk golü biz yersek ise işimiz çok zorlaşır. Çünkü rakip de kontratak için çok tehlikeli oyuncular mevcut...


Sözü fazla uzatmadan A Milli Takımımıza bol şanslar dileyerek yazımı sonlandırıyorum...


"Sabır, Kararlılık ve Konsantrasyon..."

Twitter adresim : https://twitter.com/#!/serdarsozkesen

2 Kasım 2011 Çarşamba

Hakemler ve Taraftarlar...

Spor Toto Süper Lig’de geride kalan 9 haftada belki de en çok konuşulan konu “Hakemler”… Tamam, Temmuz ayının başından itibaren Türk futbolu belki de en karanlık zamanlarını yaşıyor ama bari bir işimiz de doğru düzgün yürüsün diyor insanlar… Hiç kimse bu zamana kadar gelen süreçte hakemlerin de şike operasyonundan etkilenmediğini söylemesin, bal gibi de etkilendiler… Hem de fazlasıyla… Ne sahadaki gördüklerine düdük çalabiliyorlar ne de futbolcular gözünde bir itibarları, otoriteleri var…
Hakemlerin maç başına 1-2 kritik hata yapmalarına o kadar alıştıkki, aynı durumlarda tepkimiz fazla olmuyor. Ama şu 2 haftalık süreçte oynanan 2 karşılaşma var ki, artık birşeyleri açık yüreklilikle ve bağıra bağıra paylaşmak ve anlatmak gerek, yoksa gidilen yolda aydınlık değil karanlık virajlar daha çok…
Geçen hafta İstanbul’da oynanan Galatasaray – Gaziantepspor mücadelesinde maçın sonucuna direkt etki eden ve en az 5 hatalı kararıyla resmen maçı katleden Abdullah Yılmaz… Bu hafta da Fenerbahçe – Karabükspor maçında Aytekin Durmaz baş aktördü… Sözkonusu 2 hakemin kararlarını yayıncı kuruluştaki gibi tek tek anlatacak ve yorumlayacak değilim ama bu 2 hakem de performanslarıyla en az 2-3 ay dinlendirilmeleri gerekir diye düşünüyorum… Bu iki maçta da verdikleri kararlardan çok vermedikleri kararlarla gündeme geldiler…
Özetle,
·         Verdikleri kartların nerdeyse çoğu tartışmalı.
·         Futbolcunun tekme tokat mücadele ettiği ve resmen “beni at” dediği bir ortamda oyuncuları atamadılar.
·         Avantaj kuralını hiçbir şekilde uygulayamadılar.
·         Yan hakemlerle ortak hiçbir karar veremediler.
·         “Şeytanın bile gör dediği” penaltıları göremediler vb….
Şimdi Türkiye’de 2 hakem var ki, diğerlerinden açık ara öndeler. Kim bunlar ? Cüneyt Çakır ve Fırat Aydınus. Zaten derbi maçları da sıklıkla bu 2 hakem götürecek gibi görünüyor. Diğerlerinin ne maçları idare etme becerisi var ne de kararlılıkları… Hepsi ya birşeylerden korkuyor yada “benim kumaşım bu” ayağına yatıyorlar… Bence 2 durum da sözkonusu. Şike olaylarının da hakemlerin verdikleri / veremedikleri kararlara olan etkisi çok fazla…

Yazdığım yazılarda olsun, paylaştığım yorumlarda olsun asla taraftarlık yapmayan bir insan olarak, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün son basın açıklamasını çok olumlu buluyorum. Federasyona seslenerek iyi hakem / kötü hakem ayrımının yapılmasını söylediler. Ama en dikkat çeken ve takdire şayan yorumları ise “bizim takımımızın lehine / aleyhine kararlar veriliyor” diyerek objektif bir tutum sergilemişler ki, işte bu alkışlanacak ve tebrik edilecek bir durumdur. Çünkü alışmıştık artık, her hakem kurbanı takımların kulüp yöneticilerinin maçlardan sonra “Bir daha bu hakemi maçlarımızda görmek istemiyoruz” tarzındaki açıklamaları… Halbuki kendi takımları hakem kararlarıyla maçı kazananınca ise ‘sessizliğe’ bürünüyorlardı…
Bu noktada kulüplerin de kendi lehlerine verilen kararları açıkça beyan etmeleri son derece önemli ve milat olabilir… Hemen önüme şöyle bir haber geldi. Örnek teşkil etsin diye paylaşıyorum… Fenerbahçe ligdeki liderliğinin ardından Fair Play Ligi’nde de en az kart gören takımlar sıralamasında 2 takımla beraber zirvedeymiş. Yani ligin en centilmen takımlarındanmışlar. Hani şöyle bir laf vardır ya, tebessüm ettiren : “Buna kim inanır ? – Kadir İnanır…Fenerbahçe 9 maçta 19 sarı ve 1 kırmızı kart görmüş. Son olarak Alex yanlış bir yorumla kırmızı kart görmese bu alanda da zirvede olacaklarmış. Halbuki sezon başından beri Fenerbahçe aleyhine başta son Karabük maçında olmak üzere o kadar çok verilmesi gereken kartlar ve penaltılar (daha önceki maçlarında) var ki onlar hakemler tarafından doğru, korkmadan ve objektif bir kararla verilmiş olsaydı, bu tablo değişecekti… Zaten bizim işimiz de bu tablonun doğru olup olmadığı değil, bu örneği zaten ‘hangi verimiz, bilgimiz doğru ki bu doğru olsun’ yada ‘her veriyi doğru kabul etmeyelim’ anlayışıyla verdim… Kaldı ki aynı şekilde Fenerbahçe aleyhine de ligin başından beri yanlış kararlar (verilmeyen penaltılar, sayılmayan goller) sıkça verildi. Bu neredeyse her takım için geçerli… Hakemler her takımı yakıyor ve kayırıyor… Burada her hafta ‘hakemler kimi yaktı, kime puan kazandırdı’ diye çetele tutacak değiliz. Zaten amacımız bu olmamalı…
Nasıl olacak bilmiyoruz ama Türkiye’de bu hakemlerle ligler bir şekilde biter ama kavga dövüş hiçbir zaman bitmez, eksik olmaz… Tez zamanda başta federasyon olmak üzere gerekli tedbirleri almalı yoksa maçlardan çok hakemleri konuşmaya devam ederiz ve ülke futbolu olarak yerlerde süründüğümüz bir ortamda daha da dibe batarız… Rum takımı olan Apoel, Zenit, Shaktar ve Porto’nun olduğu grupta lider olarak devam ederken bizim Türk takımlarımız da her zaman yerinde saymaya devam ederler…

TARAFTARLAR…
Taraftar sayıları da ülkenin içinde bulunduğu kaos ortamına paralel olarak gittikçe azaldı. Hem federasyonumuzun haftada 2-3 maç oynatması, hemde saolsun kulüp yöneticilerinin maç biletlerine  fahiş rakamlar belirlemesinden dolayı taraftar da artık maçlara gitmemeye başladı. Son olarak Beşiktaş yöneticilerinin Dinamo Kiev maçı biletlerinde % 40’a varan indirime gitmesi olumlu bir gelişmeydi…
Şu kesin bir gerçekki, takımları takım yapan taraftarlardır. Onlar olmasa takımlar da olmaz. Taraftarla aran iyi olacak ki, maçlarını izlemeye gelecek sana bir katkısı olacak… Ama sen ülkenin içinde bulunduğu ekonomik refah düzeyine göre bilet fiyatları belirlemek yerine ‘yolacağım kadar yolayım’ mantığıyla hareket edersen gün gelir boş tribünlere oynarsın…
Almanya’da Bayern Münih takımının Bundesliga’daki son 141 lig karşılaşmasının içeride – dışarıdaki tüm biletlerinin satıldığını düşünürsek o takımın yönetiminin bilet fiyatlarını makul bir rakama çektiği kanaatine varabiliriz. Yada ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durumun taraftarlar nezdindeki ortak ve karşılanabilir bir rakama indirgendiğini söyleyebiliriz. Belki Bayern büyük bir örnekti ama geçen sezon küme düşen Frankfurt takımının da kendi sahasında 47.000 seyirci ortalamasına sahip olduğunu da hatırlatmak isterim. Bugün bizde ise özellikle 4 büyük takımımızın maçlarında derbi maçları harici seyirci ortalaması bir hayli düşüyor. Belki Fenerbahçe’de durum biraz daha iyi, çünkü onların kombine satışı diğer takımlardan öndeydi…
Soru ile kapatayım yazımı : Tuttuğunuz takımın maçına 50 TL (en ucuzu bu) vererek her maçına gider misiniz ???

26 Ekim 2011 Çarşamba

Acılar Arasında... Beşiktaş - Fenerbahçe...

Şehitlerimizin ve depremzedelerimizin acıları daha yeniyken oynanacak bir futbol derbisi... Beşiktaş - Fenerbahçe... Maç daha başlamadan en güzel mesajların sosyal ağlardan yayınlandığı, tarafların birbirlerine çiçek dalı uzattığı, her zamankinden daha fazla birlik ve beraberlik duygularıyla yoğrulduğumuz bir zamanda çıkageldi bu Türkiye derbisi...



Maçın sonucu bir yana tribündeki taraftarların daha hassas duygularda ve davranışlarda bulunacağına inanmak istediğimiz / isteyeceğimiz bir futbol ziyafeti olacak umarım... Kim kazanırsa kazansın, rakibini ve taraftar arkadaşını tebrik edeceği bir müsabaka neden hayal olsunki...


Maçtan önce iki takımı analiz edeceğimize, kritik oyuncuları karşılaştıracağımıza, maçtan sonra da hararetli bir şekilde hakemi kritik edeceğimize gelin duruşumuzla, davranışımızla, fiiliyatımızla ve tüm benliğimizle acımızı derinden hissederek tüm Türkiye'ye dostluk mesajları verelim, şu acı günlerimizde "ne kadar güçlü ve karakterli bir ülke olduğumuzu" cümle aleme gösterelim...

18 Ekim 2011 Salı

Beşiktaş : 0 - Portekiz : 0

Konu, “Beşiktaş’ın durumu” olunca, futboldan anlayan / anlamayan herkesin söz birliği etmişçesine ortak bir manifestoyla ( yada sesle ) “Bu takım, önce gerçek bir takım gibi olmalı” deyişlerini duyar gibiyim…
Bursa deplasmanında mucizeye yakın bir şekilde son 3 dakikada attığı 2 golle galip gelen Beşiktaş, Ankaragücü gibi ligin en güçsüz kadrolarından biri karşısında bile 80. dakikadan sonra attığı gollerle kazanabildi. Diğer galibiyetini ise yine İnönü’de Antalyaspor karşısında penaltı golüyle alabilmişti… Yani Beşiktaş’ın kazandığı 3 maçta da tatminkar bir futbol oynayamadığını, galibiyete giden yolda pozisyona girmekte inanılmaz zorlandığını ve ilerisi için de zirveye oynayacak bir takım görüntüsünü veremediğini net bir şekilde ifade etmeliyiz…
Kısa bir istatistiki bilgi vermek gerekirse;
Beşiktaş’ın ligin başından beri rakiplerine karşı kaleyi bulan şut sayıları : ( Yoruma dahi gerek yok )
Eskişehirspor – Beşiktaş : 2-1 … Beşiktaş’ta kaleyi bulan şut sayısı : 4
Beşiktaş – Ankaragücü : 3-1 … Beşiktaş’ta kaleyi bulan şut sayısı : 9
Bursaspor – Beşiktaş : 1-2 … Beşiktaş’ta kaleyi bulan şut sayısı : 4
Beşiktaş – Antalyaspor : 1-0 … Beşiktaş’ta kaleyi bulan şut sayısı : 4
Gaziantepspor – Beşiktaş : 0-0 … Beşiktaş’ta kaleyi bulan şut sayısı : 2
Beşiktaş – Kayserispor : 0-2 … Beşiktaş’ta kaleyi bulan şut sayısı : 5
Ne, oynasa / oynamasa büyük bir sorun olan, takımın kamburu Guti, ne de oynamadığı ve takımın her puan kaybettiği karşılaşmadan sonra , “Ernst mutlaka oynamalıydı” gibi sadece küçük resmi görerek çözüm üretmeye çalışmak sadece belki günü kurtarabilir, geleceği ise asla
Yıldırım Demirören’in “Her Portekizli birgün mutlaka Beşiktaş forması giyecektir” düsturuyla köşe bucak Portekizli aradığı sığ bir düşünceyle oluşturulan kadro, başta Beşiktaş taraftarı olmak üzere birkaç maç dışında ( aşağı yukarı 1,5 yılda ) hiçbir şekilde ne güven verdi ne de bir ümit
Daha resmi maçta bir kez bile oynamayan / oynatılmayan Alves, Benfica’dan kiralanan ve Egemen ile Toraman’dan kalite olarak aşağıda kalan Sidnei ve A.Madrid formasıyla yaptıklarının yarısına bile henüz yaklaşamayan bir Simao (1 gol, o da penaltı, asisti yok)…
Maç içerisinde saman alevi gibi parlayan, kıvrak ve göze hoş gelen estetik hareketleriyle sadece tribündeki fanatik taraftarların gözbebeği olan, skor tabelasına hemen hemen hiçbir katkı sağlayamayan Quaresma (sadece 1 asist, gol yok)…
51 gün oynamadıktan sonra takımı kurtarması beklenen Guti ile bu sezon yola devam edilecekse mutlaka Guti’ye göre bir sistemle saha içinde organize olmak gerekir… Ne kadar iyi niyetli, pozitif oynamaya çalışsa da oyunun sadece defansif noktasında kalan ve bunu da sadece 5-10 metrekarelik alanda, çok sade bir futbol oynayan "al gülüm – ver gülüm" 35’lik Aurelio’nun yerine artık ciddi ciddi Necip Uysal monte edilebilmeli… Kalitesinden sual olunmaz Fernandes (sadece 1 asist, gol yok)’in de maçın içerisinde 15 dakika Barcelona forması giyiyor gibi oynaması, kalan 75 dakikada ise takımın genel ritmsizliğine takılıp sahada sadece ilk 11’i tamamlasın diye durması onu da sıradan bir oyuncu haline getiriyor
Herkes geçen seneki kadronun başarısız olmasından sonra, kadro olarak daha çok takım oyununa dönük, başarıya aç  futbolcular beklerken, şu anki lig ve Avrupa dahil yaklaşık 10 maçlık dilimde görünen tablo ise şöyle : Rüştü (Cenk) – İsmail – Egemen – Sivok (Sidnei ) – Ekrem (Toraman) – Fernandes – Aurelio (Necip) – Simao – Q7 – Guti – Almeida (Edu)… Yani takım geçen senenin aynısı. Bu anlayışla takımdan çok şey beklemek sanırım hayalcilikten öte gidemez. Madem gelen yeni teknik direktörde kadroyu değiştiremedi, o zaman sistemi ve anlayışı değiştirmesi şart. Ya da bu da olmuyorsa 1-2 oyuncuyu devre arasında göndermek gerekebilir…
Beşiktaş ayarındaki takımların da tabiki kötü oynayacakları zaman olacak ama “kötü oynarken bile kazanmak” diye bir cümle vardır ve günümüzde büyük takımlar böyle zamanlarda 1-2 yıldız futbolcusu sayesinde kötü giden bir maçı çevirebiliyorlar. Bu tezimize en güzel örneği, ligin 4.haftasında oynanan Kayserispor – Fenerbahçe maçıyla verebiliriz. Fenerbahçe o gün kötü bir oyun ortaya koymuş ve tek gol girişiminden gol atmayı başarmış ve mücadeleden 1-0 galip ayrılmıştı. Kaldıki o karşılaşmada Kayserispor belki çok pozisyona giremedi ama maçın başından sonuna kadar topa hakim olan taraftı (Fenerbahçe kalesine 18 şut atmış, 8 tanesi kaleyi bulmuştu)… Diğer örnek ise daha yakın tarihten. Galatasaray, Bursaspor karşısında özellikle ikinci yarı iyi oynayamıyor, sahasından dahi çok çıkamıyordu. Bursaspor 81. dakikada skoru 1-1’e getirdi. Lakin, 87.dakikada da olsa Sercan – Elmander - Baros pas trafiğiyle çok güzel bir gol atarak çok da iyi oynamadıkları bir karşılaşmayı böylesine zorlu bir rakip karşısında galibiyetle kapatarak hem moral kazandılar hem de 'kazanma alışkanlıklarını' geliştirdiler… Beşiktaş’ın en büyük sorunlarından birisi de bu işte, kötü giden bir maçı döndürebilme becerileri / istekleri yok, yıldız oyuncuları böylesine karşılaşmalarda maçın gidişatını değiştiremiyorlar, sorumluluktan kaçıyorlar
Beşiktaş’ın sorunları gerçekten çok büyük. Takımda ciddi ciddi gol sorunu var ve bu sorun Almeida’nın sakatlanmasından sonra fazlasıyla gün yüzüne çıktı. Çok da formda olduğu bir dönemde talihsiz bir şekilde sakatlanan Almeida’nın varlığında takım en azından daha çok pozisyona giriyor ve haliyle maçı çevirebilme gücü de o derece artıyordu… Dilekolay, 6 hafta sonunda rakip filelere atılan 7 gol var, karşılığında ise yenilen 6 gol… Q7 ve Simao’nun olduğu bir ortamda takımın bu kadar az pozisyona girmesi ve maç başı sadece 1 gol ortalaması ile oynaması, bu takımda futbolcuların kadro kalitesinin hakkını veremediğinin en büyük kanıtıdır… Bu kötü istatistik şüphesiz Beşiktaş taraftarının haketmediği bir tablo…
Takımın genelindeki “maçı kazanma isteksizliği” alenen ortada. Geçen seneden beri kazanma alışkanlığı üst seviyede olan Fenerbahçe ve Fatih Terim sonrası en büyük eksikliği “ruh” ve “kazanma azmi”ni tekrar yakalayan Galatasaray ile Beşiktaş’ın aynı kulvarda şu an için mücadele etmesi son derece güç. Ezeli rakiplerinin Beşiktaş’a olan en büyük artıları kanımca, puan kaybettikleri maçlarda dahi asla maç kazanma azimlerinden, mücadelelerinden vazgeçmemiş olmaları ve maç sonlanıncaya kadar oyun disiplinlerinden asla kopmamalarını söyleyebilirim…
Kısa zamanda Carvalhal’in futbolculara kazanma isteği ve azmini yüklemesi, fizik olarak daha hazır hale getirmesi gerekiyor. Futbolcuların da başta Q7 olmak üzere tribünler yerine takıma birşeyler katacak bir futbol oynaması şart. Tamam Beşiktaş’ın hedefi tabiki sezon sonunda ilk 4’e kalıp play off larda mücadele etmek ama liderle arasında 15-20 puan fark olursa nasıl şampiyonluk beklenirki bu takımdan ? Bir an önce takımın komple silkelenmesi gerekiyor, aksi halde tren gittikçe uzaklaşıyor.
Şimdi Beşiktaş’ın önünde 3 kritik karşılaşma var. Federasyonun (!) zorla fikstürü sıkıştırmasından doğan en büyük acıyı çeken Beşiktaş, önce Perşembe günü Kiev’de Dinamo Kiev’le UEFA Avrupa Ligi’inde mücadele edecek. Daha sonra Pazartesi günü Mersin İ.Y. ile deplasmanda karşılaşacak olan siyah beyazlılar akabinde Perşembe günü de ezeli rakibi Fenerbahçe ile İnönü’de 3 puan mücadelesi verecek. Yani 7 günde zorlu 3 maç… Gerçekten şaka gibi… Fenerbahçe maçının haftaiçi oynanacak olması bence hatalı karar… Sonuç olarak Beşiktaş, bir anda düzelemeyeceğine göre Kiev deplasmanından puanla dönmesi benim için büyük sürpriz olacak. Beşiktaş, Türkiye Ligi’ne göre Avrupa’da biraz daha dengeli bir futbol oynuyor ama bu karşılaşmada işi her zamankinden daha zor olacak. Dolayısıyla Mersin ve Fenerbahçe maçlarından mutlak suretle 6 puanla ayrılması lazım, aksi halde ligden dahi yavaş yavaş kopmaya başlayabilir…
Anlayacağınız, gelinen noktada Beşiktaş’ın kendi oyuncularının başarısı ve takıma katkısı da 0 ( sıfır ), Portekizli oyuncuların da takıma olan katkıları da kocaman bir SIFIR ( 0 )…

İlgilenenler için twitter adresim : https://twitter.com/#!/serdarsozkesen

13 Ekim 2011 Perşembe

2 Süper Güç : İspanya - Almanya...

Dünya futbol  endüstrisine yön veren 2 büyük ülke… İspanya ve Almanya… Yanlarına bir de Hollanda’yı ekleyebiliriz. Bu takımlar, diğer takımlardan sistem olarak, oyun anlayışı olarak birkaç adım öndeler…
Büyük resmi biraz açıp ayrıntılı bir hale getirmek gerekirse;
İspanya… Futbolda, basketbolda, teniste büyük bir devrim yapan İspanyollar… Geçmişinde Avrupa Şampiyonaları ve Dünya Kupaları sahnesinde çok fazla başarılı olamayan bu Batı Akdeniz ülkesi, son 3 yılda ise adeta bir silindir gibi… 2002 Dünya Kupası’nda çeyrek final oynadıktan sonra düşüşe geçen İspanyollar, Euro 2004 de gruplardan çıkamazken, 2006 Dünya Kupası’nda ise 2.turda eleniyordu. Ve dünyanın 1 numaralı futbol ülkesi olacaklarının inşasına başlayacakları Euro 2008… Bu turnuvayı şampiyonlukla kapayan İspanya, son dönem büyük turnuva olan 2010 Dünya Kupası’nı da yine aynı şekilde kazanarak üstüste 2 büyük organizasyondan da başı dik ayrılıyordu…
Bu İspanya’nın son 3 yıldaki olağanüstü başarısında da şüphesiz aslan payı Barcelona’nın. Barcelona’daki futbol kültürünü çok başarılı şekilde İspanya Milli Takımı’na da entegre ettirilen futbol anlayışlarıyla diğer rakiplerinden her zaman bir adım önde olmalarını sağladı… 2010 Dünya Kupası grup elemelerinde de Türkiye’nin yer aldığı grupta 10’da 10 yapan İspanyollar, şimdi de Euro 2012 öncesi grup elemelerini yine 8’de 8 ile tamamlayarak kırılması güç bir rekora imza attılar…

İspanya ve Barcelona konusunu biraz daha açmak gerekirse… Barcelona, şanlı tarihine son 10 yılda Avrupa arenasında; 3 şampiyonlar ligi şampiyonluğu, 3 yarı final ve 1 çeyrek final sığdırarak dünyanın en başarılı kulübü ünvanını kazandı ve bu ünvanını yıllardır da kimselere kaptırmıyor… İspanyolların milli takım olarak dibe vurduğu 2006 Dünya Kupası’ndan sonra çıkışa geçen takım, David Silva, Pedro, İniesta, Busquets, Cazorla ve Pique gibi yeni yüzleri ile gençlikten kurtulup olgunluğa erişen Ramos, Torres  ve Fabregas’ın da takıma oturmasıyla yenilmesi neredeyse imkansız bir uzay takımı haline geldiler… Son Euro 2012 grup eleme maçlarındaki 8 maçı da kayıpsız atlatan İspanya’da yine kadroya seçilen ve oynayan Barca’lı futbolcular fazlasıyla dikkat çekti… Milli takımın aynı zamanda iskeletini oluşturan Pique, Puyol, Xavi, İniesta, Fabregas, David Villa gibi oyuncuların yanı sıra zaman zaman forma şansı bulan Busquets, Pedro, Valdez ve Alcantara gibi gençlerle bol alternatifli bir Barcelona pardon İspanya milli takımı oluşturan takım şu an da tartışmasız dünyanın en iyi milli takımı… Real Madrid’in de iskeletini oluşturan Casillas, Ramos, Xabi gibi oyuncular da takımın her zaman en önemli artılarından…
…………………………………………………………………………………………………
Almanya… Hani derler ya tam bir “turnuva takımı”. Katıldığı her turnuvada minimum çeyrek final oynayan, disiplinleri ile ünlü tam bir sistem takımıSon 10 yıllık süreçte; Dünya Kupalarında 2002’de final, 2006 ve 2010 da ise yarı final oynadılar… Yani son 3 dünya kupasına 1 final, 2 de yarı final sığdırdılar… Avrupa Şampiyonaları’nda ise 2004’te grup maçlarında elendiler, 2008 şampiyonasında ise final oynadılar. Özetlemek gerekirse, son 5 büyük organizasyonun dördünde en az yarı final yaşamış bir ülke var karşımızda…
Almanların bu son 5 büyük turnuvada bu kadar başarılı olmasında Bayern Münih’inde tabiki payı büyük. Onlarda son 10 yıllık Avrupa Kupaları sürecinde 1 final, 1 yarı final ve 4 çeyrek final oynadılar… Bu da yukarıdaki değerlendirmemize göre 10 yılda en az 6 çeyrek final demekki, bu da vasatın üstünde bir başarıdır… Sözkonusu 5 büyük turnuvada da Alman milli takımının çekirdeğini hep Bayern Münih’in oyuncuları oluşturdu. Son 7 yıllık dönemde ise gerek Klinsmann gerek de Löw kadro seçiminde hep Schweinstiger, Lahm,  Klose ve Podolski  ile sürekli takımın iskeletini oluşturdular. Son dönemlerde ise Badstuber, Mesut, Boateng, Gomez ve kaleci Neuer ile müthiş bir takviye oluşturup herkesin kıskanacağı bir sistemi inşa ettiler… Yaş ortalaması olarak da sürekli rakiplerinden daha genç bir kadro (son dönem genç yıldızları Gotze, Schürrle, Reus) oluşturan Almanlar, bu sayede disiplinli futbol anlayışlarının yanına enerjisi yüksek genç futbolcuları da monte ederek daha dinamik bir takım haline geldiler… Son Avrupa Şampiyonası grup eleme maçlarında Türkiye’nin de olduğu grupta 10 maçın tamamını kazanmaları da hep yukarıda yazdığımız disiplin, sistem, özgüven, takım düzeni gibi sebeplerden dolayı başarılmıştır…

Kısa bir özet : Barcelona’nın ideal 11’inde 8 İspanyol milli oyuncu ( diğerleri, Abidal – Dani Alves - Messi) bulunurken, Bayern Münih’in ideal 11’inde ise 7 Alman milli oyuncu (diğerleri, Rafinha – Gustavo – Ribery - Robben) bulunuyor…
.................................................................
Hollanda milli takımının da çok başarılı bir ülke olduğunu kabul ederek yukarıdaki 2 takımdan farklı olarak belki de sadece; Hollanda da ülke takımlarının Avrupa’da son yıllarda hiçbir başarı sağlayamamasını belirtebiliriz… Yoksa onlar da gayet göze hoş gelen bir futbol oynuyorlar ve sürekli hücum futbolu ile oynayıp göz zevkimizi doruğa çıkartan bir sistem ve anlayışla mücade ediyorlar… Takımdaki birçok yıldız oyuncu yurtdışında oynuyor . Başta Robben, Sneijder, van der Vaart, Huntelaar, Kuyt, van Persie gibi birçok as oyuncusu Almanya, İngiltere ve İtalya gibi üst düzey liglerde forma giyiyor… Hollanda milli takımı, son 5 büyük organizasyonun ise birine katılamazken, en büyük sıçramayı en son 2010 Dünya Kupası’nda İspanya ile final oynayarak elde etti. Bunda tabiki en büyük pay, yukarıda yazdığım ve aynı zamanda takımın değişilmezlerinden olan altın jenerasyonun (ismi geçen 6 futbolcu). Bundan sonraki Euro 2012 onlar için aynı başarıyı sağlamak için büyük bir fırsat… Bekleyip göreceğiz…
Şu an itibariyle Avrupa Futbol Şampiyonası’nın en büyük favorileri tartışmasız sırasıyla; İspanya, Almanya ve Hollanda… Yurtdışı bahis sitelerinde Euro 2012 şampiyonluğu için açılan oranlarda da zaten herşey, yukarıdaki örneklemelerimizde ve verdiğimiz bilgilerle örtüşüyorİspanya’nın şampiyonluğu için verilen oran 3,75 iken Almanya için belirlenen oran 4,25…. Daha sonra bu iki takımı 7,00 oranıyla Hollanda ve 10,00 oranıyla İngiltere takip ediyor…

Sözün özü, milli takımlarda başarı için; ülkenin en formda oyuncularını bir araya getirebilme becerisi, onları sürekli oynanan bir sistemin içine başarılı bir şekilde monte edebilme yetisi ve kadronun en az 5-6 oyuncusunu sürekli oynaması (yani çekirdek oyuncuların) gibi kriterleri – tabi biraz da sabır - sıralayabiliriz…

10 Ekim 2011 Pazartesi

7 Ekim 2011 Milat Olmalı...

7 Ekim 2011 Cuma günü umarım A Milli Takımımız için bir milat olur. Neden mi böyle başladım yazıma ? Çünkü tek yapabildiğimiz eleştirmek, eleştirmek yine eleştirmek…  Peki neden hiç kimse çözüm yolu üretmez yada elini taşın altına koymayı denemez ? Bizim halk olarak, taraftar olarak en iyi yaptığımız şeydir, her başarısız sonucun ardından futbolu en iyi biz biliyormuşçasına ahkam kesmek ve birilerini küfür boyutuna varıncaya kadar aşağılamak, hırpalamak…
Tabiki Hiddink’i savunacak değilim, asla yapmam da… Ammaaa…  A Milli Takımı ve Hiddink’i, sadece Almanya maçı ile değil grup maçlarının tamamında eleştirmek / yargılamak gerekir diye düşünüyorum. Neden mi ? Almanya maçına kadar grupta 8 maç yapmışız ve hemen hemen tamamında silik bir futbol oynamışız. Avusturya ve Belçika kesinlikle Türkiye’nin sikletinde rakipler değillerdi ve hiçbirinde de onlara yenilmedik. Ama bu yenilmemelerimiz, bizim büyük ve iyi takım olmamızdan değil, rakiplerin beceriksizliğindendi. Yani bizim milli takımımız aslında Avusturya deplasmanında hiç iyi oynamamıştı, Azerbaycan deplasmanında kötüydü ve Seyrantepe’deki Kazakistan maçında da rezaletti. Ama Almanya maçı çok kritik bir maça denk geldiği için haliyle daha bir eleştirir olduk Hiddink’i ve teknik yönetimi…

Anlatmak ve sıklıkla vurgulamak istediğim konu, Türkiye’nin grubun hiçbir maçında gerek skor olarak gerek oyun olarak, gerek de mücadele olarak rakiplerine karşı bir baskı oluşturamamasıdır. Biz Avusturya deplasmanında da çok kötü oynarken neden yenilmedik? Çünkü rakibimiz bir Almanya değildi…
Almanya bize karşı aman aman bir futbol mu oynadı ? Kesinlikle hayır… Adamlar standart futbollarını sahaya yansıttılar. En formda oyuncularını getirdiler, sahaya sürdüler ve net bir galibiyet elde ettiler. Yani onların bir sistemleri var ve kim oynarsa oynasın, asla sistemlerinden, disiplinlerinden ve maçın son anına kadar konsatrelerinden asla taviz vermiyorlar… Peki biz ? Maçın içerisinde çok kırılgan, disiplinden uzak, mücadeleden bunalmış ve kafaları başka yerlerde olan bir sürü yıldız (!) oyuncu…

Sonuçta ilk 11’imizi de eleştiriyoruz ve bunda da kesinlikle haklıyız. Kadromuza bakıyoruz… Neredeyse tamamen İstanbul takımlarından oluşan bir karma. Savunmamızda Egemen, Servet ve Hakan Balta… Üç tane tank gibi adam, yani düz futbolcular. Sağ bekte ise Sabri… Onun önünde ise Gökhan Gönül (gerçek mevkisinden ve verimliliğinden uzak) sakatlıktan yeni kurtulduğu için formsuz… Orta alanda ise 35’lik Aurelio ve bir diğer sağ kanat oyuncusu Hamit… Kim ne derse desin bu takım tamamen beraberliğe oynatılan bir kadro… Kadro dizilişleri herkese göre farklılık gösterebilir ama esas olan bu kadronun maçın başından Almanya'ya karşı olumlu bir sonuç alamayacağı çok aşikardı... Sağ kanatta yığınla adam... Sol kanat ise tamamen Hakan Balta’ya emanet...
Kadrosundaki 11 oyuncusunun 7 tanesi Almanya’nın şu an en formda takımı Bayern Münih’den oluşunca onları yenmeyi bırakın puan almak da bir o kadar zordu. Zira bu takımı şu an ancak İspanya ve Hollanda yenebilir gibi gözüküyor. Sistemleri, disiplinleri, konsantreleri oyunun her dakikasında aynı. Yani dakikalar 85-90’ı gösterdiğinde bile aynı ciddiyetle ve anlayışla sahaya yayılıyorlar, mücadelelerini sürdürüyorlar. Bunu da rakip ayırmadan, skorun ne olduğuna bakmaksızın yapıyorlar…

Araya bi dip not iliştirelim : Löw'ün bize karşı sahaya sürdüğü ilk 11'in yaş ortalaması 24,50 iken bizim yaş ortalamamız ise 28...
Kalecisi Neuer’den, savunmasındaki Lahm, Boateng’e ve orta sahasındaki Scweinsteiger ve Müller’e kadar komple bir takım olan Almanlar’ın grubun son maçında da Belçika karşısında zorlanmadan galip geleceğini düşünüyorum. Zaten Löw de bu maç için; "10’da 10 yapmak istiyoruz ve maçı çok ciddiye alıyoruz" tarzında açıklamalarda bulundu. Ama şunu bir kez daha gördükki, biz eleme gruplarında her zaman ya son anda ikinci olabiliyoruz yada birilerinin yardımıyla play off oynamaya hak kazanıyoruz… Bu gerçek asla değişmedi, esas sorgulamamız gereken de bence budur… Yoksa sırf Almanya maçındaki ezik futbolumuzu, mücadele ve kazanma isteğimizin yok edilmiş olmasını değil, bu süreci başından sonuna kadar değerlendirmemiz gerekir...

Bir dip not daha : Almanya milli takımında 26 yaşındaki Podolski, 85 den fazla milli olurken, bizde bu alanda en tecrübeli diyeceğimiz Servet (30) 60 kez milli formayı terletmiştir...

Unutmadan şunu da kabul edelim : Alt yapıdan oyuncu yetiştiremiyoruz, yeni oyuncular kazandıramıyoruz ve kadro seçiminde hep tecrübeli diye yaşlı oyuncularımızı kadroya dahil ediyoruz ama yine biz kaybediyoruz. Almanlar, Gotze (19) ve Schurrle (21) gibi son dönemde 2 yıldız adayını vitrine sokarken biz hala yerimizde sayıyoruz... Zamanında Emre, Hamit, Tuncay, Volkan, Gökhan Zan, Aurelio, Servet, H.Balta, Sabri gibi futbolculardan iyi bir jenerasyon yakalıyıp ara ara başarılı sonuçlar aldık ama artık bu jenerasyonun da sonunun geldiğini (hepsi olmasa da çoğunun) düşünüyorum. O yüzden 7 Ekim 2011 Cuma günü bizim için bir milat olması gerekir. Geçmişe çizgi çekip yarınımızı düşünmeliyiz…
ve umarım yarınki Azerbaycan maçı ile bunun startını veririz...

6 Ekim 2011 Perşembe

Euro 2012 Eleme Maçları - Analiz, Tahmin...

7-11 Ekim’de 2012 Avrupa Şampiyonası öncesi çok ama çok kritik grup karşılaşmaları oynanacak… Bazı takımlar şampiyonaya gitmeyi garantilerken, çoğu takımda ya grup birincisi olup şampiyonaya direkt katılmanın peşinde koşacakken, bazı takımlarda grup ikincisi olup play off karşılaşmaları oynamak için son kez şanslarını deneyecek.

Tek tek grupları incelemek gerekirse;

A Grubu :
Almanya, şampiyonaya direkt katılma hakkını çoktan elde etti. Tüm maçlarını kazanan Almanlar, 7 Ekim’de rakibimiz. Türk Telekom Arena’da oynayacağımız karşılaşmada grup ikincisi olmamız için en azından alacağımız 1 puan, bizi gruptan % 99 çıkaracaktır. Zira son maçımızda yine sahamızda Azerbaycan ile karşılaşacağımız için avantaj sonuna kadar bizim elimizde olacak. Tek rakibimiz Belçika’nın ise bizim kaybetmemizi beklemekten başka çaresi yok…
Almanya’dan her zaman çekinmemiz lazım ama hedefleri olan Türkiye’nin hiçbir hedefi olmayan Almanya karşısında en azından kaybetmemesini bekliyorum… Yeter ki acemice hatalar yapıp, rakibimizi üzerimize çekmeyelim…


Ayrıca bu maçı kazanmamız bizim şu açıdan lehimize olacak. Grup ikincileri olan 8 takım iki torbaya bölünecek ve seri başı olanlarla olmayanlar 2 torbaya ayrılıp kura çekimi yapılacak. Türkiye seri başı olursa eğer (seri başı olması için UEFA’nın ülkelerin Euro 2008, 2010 Dünya Kupası ve Euro 2012 elemelerinde aldıkları puanlara göre sıralama yapması) İrlanda, Ermenistan, Slovakya, Karadağ, Estonya, Bosna ve Macaristan gibi nispeten eleyeceğimiz takımlarla eşleşmemiz mümkün olacak. Fakat aksi takdirde seri başı olacak İsveç, Hırvatistan, Portekiz, Yunanistan ve Çek Cumhuriyeti gibi takımlarla eşleşeceğizki, bu da hiç işimize gelmez… Yani uzun lafın kısası, yarın mutlaka kazanıp, Azerbaycan’ı da yenip play offlar öncesi çekilecek kuralarda seri başı olan takımlardan biri olmamız gerekecek...

B Grubu :
“Ölüm grubu” nedir bilmeyenler için numune oluşturabilecek bir grup. Rusya – İrlanda – Ermenistan – Slovakya… Grup sıralamasını sırayla yazdığım bu 4 takımın puanları ise sırayla; 17 - 15 - 14 – 14… 4 takımında 2’şer karşılaşmaları var. En kolay karşılaşmayı İrlanda, Andorra deplasmanında oynayacak ve 18 puana kolayca ulaşacak. Lider Rusya ise zorlu Slovakya deplasmanına gidecek… Slovaklar bir ay önce yine sahalarında çok kritik bir maça çıkmış ve Ermenistan karşısında herkesi şok eden bir skorla 4-0 mağlup olup kendisi için çok büyük bir avantajı çimlere gömmüştü… Şimdi bunu telafi edip, son maçta da iddiasız Makedonya karşısında deplasmanda kazanarak en kötü ihtimalle 2. olmak isteyecekler. İki takımın Rusya’daki mücadelesini de Slovaklar 1-0 kazanmıştı. Yani bu grupta herkes birbirini içeride dışarıda yenebiliyor… Bu zorlu maç için tahminim ise Slovakların kaybetmeyeceği yönünde olacak… Diğer yandan Slovakya galibiyetiyle ciddi ciddi potaya giren Ermeniler, sahalarında grubun hedefsiz takımı Makedonya’yı konuk edecek. Sonrasında ise İrlanda ile Dublin’de resmen final gibi bir maç oynayacaklar. O yüzden Ermenistan’ın zor da olsa Makedonları yenmesini bekliyorum…

C Grubu :
İtalya gruptan çıkmayı daha önce garantilemişti. Grup ikinciliği için herşey Sırbistan’ın elinde. Zira Sırpların 14 puanı var ve 2 maçı eksik. Estonya’nın 13 ve Slovenya’nın ise 11 puanları var ve bu 2 takımın da sadece 1 maçları kaldı. Grup ikincisi Sırbistan, bu Cuma günü İtalya ile taraftarı önünde oynayacak. Sırplar için alınacak 1 puan, aynı anda oynanacak K.İrlanda – Estonya maçına göre de avantaj gibi görünse de önümüzdeki hafta Salı günü Slovenya deplasmanına gidecekler. Gerçi Sırplar, İtalya önünde 1 puan aldıklarında Slovenya’nın ikinci olma şansı ortadan kalkacak ama yine de Cuma günü İtalya karşısında kazanarak grup ikinciliği biletini almak isteyecekler. Bir aksilik olmazsa grup liderliğini çoktan garantilemiş İtalyanların yedek ağırlıklı sahaya çıkacağını ve Sırplara karşı yenileceğini düşünüyorum…

D Grubu :
Fransa ile Bosna Hersek arasında inanılmaz bir mücadele var. Bu Cuma oynanacak maçlarda Fransa, Arnavutluk’u, Bosna ise Lüksemburg’u konuk edecek. İki takımda kazanacağı için son maçlar öncesinde değişen bir şey olmayacak. Fransa rakibinden 1 puan önde. Fakat Salı günü grubun finalinde Fransa – Bosna Hersek mücadelesi var ve Fransa’ya o maç öncesinde 1 puan yetecek. Bosna ise kazanmak zorunda olacak. O yüzden bu Cuma maçlarının grup akıbeti için çok fazla önemi olmayacak…

E Grubu :
Hollanda, şampiyona biletini çok önceden alan takımlardan biri. Grup ikinciliği için ise İsveç avantajlı olan taraf. 2 maçı eksik olan İsveç ile grupta tek maçı kalan Macaristan’ın puanları 18. İsveç, bu Cuma Finlandiya deplasmanına gidecek. Finlandiya ise grubun iddiasız takımı konumunda. İsveç’in Salı günü Hollanda ile oynayacağını düşündüğümüzde Finlandiya’yı deplasmanda yenerek gup ikinciliğini garantileyeceğini düşünüyorum. Çünkü İsveç, Macaristan’a karşı ikili averajda da üstün durumda...

F Grubu :
Yunanistan – Hırvatistan… Grubun final maçı… Hırvatlar 1 puanla rakibinden önde. Yunanistan’ın kazanmaya daha çok ihtiyacı var. Çünkü Salı günü Gürcistan deplasmanına çıkacaklar. Hırvatlar ise Letonya ile sahalarında oynayacaklar. Hırvatistan’daki karşılaşmada iki taraf da eşitliği bozamamıştı. Yine o tarz bir mücadele bekliyorum. Yunanlılar için hayati karşılaşma ve sahalarında da kaybetmeyeceklerini düşünüyorum. Yine ALT bir maç bizleri bekliyor gibi…

G Grubu :
İngiltere, en büyük rakibi Karadağ deplasmanına gidiyor. Alacağı 1 puanla grup birinciliğini elde edecek. Karadağ ise liderlikten ziyade grup ikinciliğini korumanın peşinde. İsviçre bir anda potaya girdi ve Karadağ’ı ciddi ciddi tehdit ediyor. İsviçre’nin Galler deplasmanında kazanacağını düşünürsek Karadağ’ın İngiltere karşısında en azından kaybetmemesi gerekecek. Çünkü Salı günü İsviçre sahasında Karadağ ile final gibi bir maç oynayacak… Tahminlerim ise İsviçre, Galler deplasmanında kazanacak. İngiltere ise Karadağ deplasmanından yenilmeden dönecek...

H Grubu :
Portekiz, Danimarka ve Norveç… Norveç bu 3 lü içerisinde şansı en az olan ülke. Çünkü sadece 1 maçı kaldı ve o da Salı günü sahasında Kıbrıs maçı. Bu maçı kazanması neredeyse kesin ama bu onlar için yetmeyecek gibi. Sözkonusu 3 takımında 13’er puanları var. Portekiz, Cuma günü sahasında İzlanda karşısında kazanarak ikinciliği garantilemiş olacak. Çünkü Norveç karşısında genel averaj üstünlükleri var… Danimarka ise Cuma günü grubun averaj takımı Kıbrıs ile deplasmanda karşılaşacak ve maçı da kazanmaya mecburlar. Kazandıkları vakit ise Salı günü muhteşem bir maça sahne olacak H grubu… Danimarka – Portekiz… Kazananın grup lideri olarak şampiyonaya direkt katılacağı maçta beraberlik ise Portekiz’e yarayacak (ikili averaj gereği)… Tahminlere gelince Portekiz, İzlanda karşısında handikapa karşı kazanır, Danimarka da Kıbrıs deplasmanından 3 puanla döner…

I Grubu :
İspanya’nın liderliği garantilediği grupta Çek Cumhuriyeti 10 puanla ikinci, İskoçya ise 8 puanla üçüncü sırada ve iki takımında 2’şer maçları var… Cuma günü Çekler, İspanya’yı konuk ederken, İskoçlar ise Liechtenstein deplasmanına gidecekler.  İskoçların kazanma ihtimalinin çok yüksek olmasından dolayı Çeklerin 1 puan üzerine çıkacaklar. O yüzden de Çeklerin İspanya karşısında mutlaka kaybetmemesi gerekecek. Kaybetseler dahi son maçta bu defa İskoçya , İspanya ile deplasmanda karşılaşacak ki, bu da onlar için epey zor geçecek. Çekler ise grup eleme maçlarını salı günü iddiasız Litvanya deplasmanında bitirecek… Bütün ihtimaller Çekleri biraz daha ön plana çıkarıyor. İskoçlar ya İspanya deplasmanında mucize arayacak yada Salı günü Çeklerin Litvanya önünde puan kaybetmelerini bekleyecekler… Ayrıca Çeklerin, İskoçlar karşısında ikili averajda da üstünlükleri bulunuyor…

SON 1 AYDA EN ÇOK OKUNANLAR