2017 yılı Nadal için Avustralya Açık’a ısınma mahiyetinde
Brisbane’de başladı ve çeyrek finalde Raonic’e kaybetti. Kariyerinde sadece bir
kez kazandığı Avustralya Açık’a geldiğinde ise kimse ondan şampiyonluk
beklemiyordu. Djokovic ve Murray ağır favorilerdendi. Kazandıkça ritmini bulan
Nadal; finale kadar yürüdüğü muazzam yürüyüşte Zverev, Monfils, Raonic ve
Dimitrov gibi üst düzey tüm raketleri saf dışı bırakarak finalde herkesin kaç
yıldır beklediği FEDAL finalini bizlere yaşattı. Nadal, aynı zamanda 2014
Roland Garros şampiyonluğundan bu yana ilk kez bir Grand Slam finali
oynayacaktı. Son derece epik bir
mücadeleye sahne olan maçı Federer’e karşı 5 set ile kaybetti ama ilerisi için
çok net bir mesajı da herkese vermiş oldu : “Hazır olun, Nadal bundan sonra daha güçlü gelecek!”. 1 ay sonra
Meksika’da finalde Querrey’e finalde kaybetse de Amerika’daki Masters
turnuvalarına tam anlamıyla hazırdı artık.
FEDAL finallerinin tadı damağımızda kalmıştı ki, İndian
Wells hemen imdadımıza yetişmişti. Bu defa 4.turda birbirlerine rakip oldular.
Federer, Avustralya Açık’ın aksine rahat kazandı ve akabinde zaten şampiyon
oldu. Tarihin en büyük ezeli rekabetlerinden biri olan rakibi Federer’in 6
aylık sakatlığı sonrası böylesine efsanevi geri dönüşü şüphesiz Nadal için de büyük
bir ilham kaynağı oldu. Toprak sezonu öncesi son büyük turnuvada Miami Açık’ta
Federer’le bir kez daha finalde karşılaşması ve set kazanamadan kaybetmesi biraz
gardını düşürmüş gibi görünse de artık Nadal, hedeflerine emin adımlarla
ilerliyordu. İki ayda üç kez Federer’e yenilmesi belki onun kariyerinde ilk
defa olan bir durumdu ama onun dilinde hep aynı sözler vardı : “Ben oyunumu geliştirmeye çalışıyorum ve
sürekli finaller oynamak istiyorum.”
Miami ile beraber sert zemin sezonu bitmiş, Nisan ayı
gelmişti. Takvimin üçüncü, sezonun ilk toprak Masters turnuvası olan Monte
Carlo’da herkes Nadal’ın performansını merakla bekliyordu. Gelmiş geçmiş en iyi
toprak oyuncusu olduğu herkesin malumuydu ama üst üste kaybedilen finaller
sonrası nasıl bir reaksiyon vereceği yine de bir soru işareti olarak karşımıza
çıkıyordu. Hep daha iyisi için çalışmaya devam eden ve her katıldığı turnuvada
daha güçlü bir karakter koymayı tenis felsefesi olarak gören Nadal, inanılmaz
geçecek toprak sezonunda ilk kupasını Fransa’da Monte Carlo’da vatandaşı Ramos
Vinolas karşısında kazandığında erişilmesi güç bir rekoru da beraberinde
getiriyordu. Monte Carlo’da toplamda 10.şampiyonluktu bu. Halka devam edecek ve
hemen akabinde Barcelona Açık’ta kariyerinin belki de en rahat şampiyonluğuna hiçbir
maçta set kaybetmeden ulaşacak (finalde Dominic Thiem’i yendi) ve mabedinde
kazandığı kupanın toplam sayısı yine 10 (on) olacaktı. Barcelona Açık; Nadal’ın
aynı zamanda toplamda 18. kez ATP500 Masters şampiyonluğu olmuştu.
On gün sonra bu defa Madrid Open’da zaman zaman kulağındaki
ağrıların oyununa müdahale etmesine rağmen önce yarı finalde Djokovic’i eleyip ‘head to head’ kısmında rakibine olan 3
yıllık galibiyet özlemini sonlandıracak ve finalde bir kez daha Thiem
karşısında kazanarak şampiyon olduğunda her yerde “The King of Clay” sözleri yankılanacaktı. Nadal kısa zamanda
üçleme yaptığı toprak zeminde (kariyerinde ilk kez Monte Carlo – Barcelona –
Madrid’i aynı takvim yılında kazandı) sınırları zorlamaya başlamıştı.
Madrid’deki zaferle beraber İspanyol
raket ATP1000 Masters turnuvalarında 30.kez şampiyon olup bu kategoride
Djokovic ile yarışta eşitliği yakalamıştı. Şimdi sıradaki hedef Roma Masters
idi ve hazırlıklar hemen başlamıştı.
Roland Garros öncesi son büyük turnuva olan Roma Masters’da
daha önce 7 kez şampiyon olmuş Nadal, hep daha fazlasını istediği için bu
turnuvaya da ara vermeksizin katıldı. Vücudu ritim bulmuştu bulmasına ama
sadece 25 günde çıktığı ve kazandığı üst üste 15 maç, 31 yaşına gelmiş bir
tenisçiyi doğal olarak yormuştu. Buna aldırış etmeden, formunun zirvesinde
olmanın verdiği özgüvenle Roma’da Almagro ve Sock’u geçse de çeyrek finalde,
son 20 günde 3.kez karşılaşacağı ve geleceğin en önemli raketlerinden birisi
olarak kabul edilen Dominic Thiem’e bu defa kaybedecekti. Bu elenme onun için
fazlasıyla hayırlı bir gelişmeydi. Yukarıda da belirttiğimiz gibi fazlasıyla
yorulan bedeni, Roland Garros öncesi bir hayli dinlenmeye zaman bulacak ve en
güçlü haliyle Fransa’da 10.kupasına kavuşmanın hayali ile çalışmalarına devam
edecekti.
2017 yılına dünya sıralamasında 9 numarada giren Nadal,
Mayıs ayı sonunda 4 numaraya kadar yükseldi. Wawrinka ile aralarında sadece 70
puanlık bir fark kaldı. Söz konusu dönemde 5 ayda 36 galibiyet, 6 mağlubiyet
ile 86% başarı yüzdesi ve 6 finalde kazanılan 3 şampiyonluk. Sezonun geri
kalanı için muazzam istatistikler bunlar. Mağlubiyetlerin 3’ü Federer’den,
kalanları ise Raonic, Querrey ve Thiem’den. Toprak zeminde toplamda 52
şampiyonlukla bu alanda tarihin en iyisi. Monte Carlo ve Barcelona’da 10’ar
şampiyonlukla açık dönemde bir turnuvayı en çok kazanan isim. Tenise yeni
başlamışcasına çok çalışıyor, oyununu geliştiriyor, her şeyden önce mutlu ve işini
çok seviyor.
Toprağın kitabını binbir zahmetle ve azimle yazan Rafael
Nadal, 1 ayda toprak sezonunu adeta tek başına domine etti. Bu kitabı okumayan,
bilmeyen ve göz ardı edenler çok şeyi kaybediyorlar. Çünkü Nadal sonrası toprak
zeminde böyle uzun bir dominasyon ve 50’nin üzerinde şampiyonluklara şahit
olmamız pek olası görünmüyor. O, kazandıkça canavara dönüşen anlayışı ile
Roland Garros’un da hala en büyük favorisi konumunda. Evet Djokovic, formunu
artırdı, Thiem ciddi bir tehdit olduğunu sürekli finaller oynayarak zaten
gösterdi. Murray ve Wawrinka tekrar bir çıkış için ellerinden gelenin en
iyisini yapmaya çalışacaklar. Belki sürpriz bir isim de şampiyon olabilir ama
tam 9 kez bu kupayı ısırmış birisi olarak Nadal’ı yenmek için o gün fazlasıyla
ekstra bir performans gösterilmesi şart!
*** Bu yazı, KORT dergisinin HAZİRAN sayısından alınmıştır.