Maçın yolunu tutup stata yaklaştığımızda ise muazzam bir tablo bizi beklemekteydi. Her yer siyah - beyazdı doğal olarak ama böylesine bir kalabalığı ben ilk defa görüyordum. Siz deyin 50.000 kişi ben diyeyim 60.000 kişi sanki yarın hakkında büyük ihtimalle (son dakikaya kadar bekleyeceğiz) Avrupa'dan MEN kararı çıkacak takımı için onlarca kilometre uzaklardan gelmiş, tek bir amaç için yani belki de son kez bir Avrupa Kupası maçı izlemek için oradaydı. Taraftarların hal ve hareketlerinden tutun da, hatta konuşmalarını dinleseniz sanki böyle bir cezayı takımı almayacak sanırsınız. Bir insan dahi CAS ve kararları hakkında yorum yapmıyor, tamamen maça konsantre şekilde eşiyle, kız arkadaşıyla hatta çocuklarıyla gelmiş, taraftarlık görevini yerine getirmek için sabırsızlıkla, büyük bir coşkuyla - bir derbi maçı edasıyla - stada giriyorlardı.
Maçın teknik - taktik analizine hiç girmeyeceğim, zaten bunu yarın tüm gazetelerde ve internet sitelerinde bolca okur, bilgi sahibi olursunuz. Maçın ilk düdüğüyle beraber bir dakika bile susmayan muazzam Beşiktaş taraftarı içinde olmak, onlarla bu sezon son kez bir Avrupa Kupası mücadelesi seyretme keyfine varmak, benim için bu sezon Beşiktaş'ın şampiyon olmasından daha önemliydi. O birlik, beraberlik ruhunu görmek, yaşamak ve 90 dakika boyunca sesiniz kısılıncaya kadar bağırmak... Hiç tanımadığın insanlarla gollerden sonra kucaklaşmak, hem de yarınki çıkabilecek olumsuz kararı bile bile, takımın bir sezon daha Avrupa'da hiçe sayılacağını bile bile...
Dedim ya, maçtan önce aramıza girmeyen, girdirilmeyen CAS ve UEFA, maç içinde de bir saniye bile umrumuzda olmadı, hiç aklımızda yoktu. Biz sadece bu maçı kazanıp tur atlamanın derdindeydik. Platini ve şereften yoksun UEFA kurmaylarının alacağı kararlar bizleri zerre ilgilendirmiyordu. Sahada savaşan 11 futbolcunun akıttığı ter bizim için çok daha kıymetliydi. İlk yarıda gol ve gollerin gelmemesi sonrası oluşan tablo bizleri çokta olumsuzluğa itmemişti. Zaten Bilic'in Beşiktaş'ını Samet Aybaba'nın Beşiktaş'ından ayıran en belirgin özelliğin sabır olduğunu çok iyi öğrenmiştik. İkinci yarıda takım, ritmini bulacak ve gollerin geleceğini biliyorduk. Bu Beşiktaş gösterişsiz ama sabırlı bir futbol oynuyordu artık. İstenilen ve ihtiyaç duyulan dakikalarda zaten inisiyatifi alabiliyor, o bitirici reaksiyonu gösterebiliyordu. İkinci yarının başlama düdüğüyle yukarıda tarif ettiğimiz Beşiktaş ortaya çıktı ve "Beş dakikada Beşiktaş" deyimine nazire yaparcasına maçı söktü aldı. Bu galibiyet UEFA ve CAS'a hediye olsun. Ha unutmadan Galatasaray'ın da intikamını aldık ya, bu da iyi oldu. Gerçi 7 sene öncesinin Tromsö'sünden bir tek futbolcu bile sahada yoktu ama olsun, görev başarı ile tamamlanmıştı...
Maç bittikten sonra ise muazzam bir izdiham bizleri bekliyordu. Atatürk Olimpiyat Stadı'ndan mutlu ve gururlu şekilde ayrılan onbinlerce taraftarlar ne park ettiği araçları doğru dürüst bulamamalarına ne de yüzlerce metrelik trafik çilesinde kalmalarına üzüldüler. Evet, CAS denilen mahkeme Beşiktaş kulübüne çektiği fax ile yarınki UEFA Avrupa Ligi kuralarına gelmemesi yönünde bir bildiri yayınlamıştı. Tamam belki herşey yarın daha bir netleşecekti ama taraftarın tavrı, CAS'ın bu tavrından daha da netti. Çünkü Beşiktaş taraftarının düşüncesi şuydu :
"Olsun be Beşiktaşım, biz senin için buradayız ve her zaman da yanında olmaya devam edeceğiz. Avrupa'da olmasan bile, hatta her yönüyle ters ve kötü şartlarda olduğunu bile bile bu stada yine geleceğiz ve seni hiçbir şey yokmuş gibi yine desteklemeye devam edeceğiz. Bunu; Slaven Bilic, Önder Özen ve gelecek vaad eden takımın için yapacağız..."
twitter.com/serdarsozkesen