25 Eylül 2012 Salı

Metin Hoca ve Türk Futbolu...

Metin Diyadin... 27 Mart 2012'de o zamanlar adı Bank Asya 1.Ligi olan ligde Kasımpaşaspor'da yönetim tarafından görevine son verilen Uğur Tütüneker'in yerine takımın başına geçmişti. Bu görev değişikliği aynı zamanda ilginç bir tesadüfü de beraberinde getiriyordu. Çünkü bir önceki sezon yine Bank Asya 1.Ligi'nde Orduspor'un başında görevine devam eden Uğur Tütüneker, 21 Mart 2010'da 'takımın menfaatlerini' düşünerek istifa etmiş ve yerine Orduspor yönetimi tarafından Metin Diyadin göreve getirilmişti. Başarılı teknik adam geldiği kısa süre içerisinde önce takımı playoff'lara taşımış ardından da 26 yıl sonra Süper Lig'e çıkarmanın haklı gururunu yaşamıştı...

Kasımpaşaspor'da Uğur Tütüneker'den boş kalan görevi teslim aldıktan sonra da Orduspor'da olduğu gibi yine takımını Süper Lig'e taşıyan Metin Diyadin için herşey çok güzel gidiyordu. Ligde kalıcı olmanın hedefleri doğrultusunda takıma kısa sürede yönetim tarafından süper transferler yapılmıştı. Bu güç ile beraber Metin Diyadin de çok rahatlamıştı. Isaksson, Uche, Ernst, Özer gibi kalite düzeyi yüksek oyuncuların yanında Türkiye için fazlasıyla tecrübeli Ali Bilgin, Yalçın Ayhan, Abdurrahman Dereli, Elyesa ve İlhan Eker ile kadro derinliği ve zenginliği kazanarak üst sıralar için iddialı bir takım oluşturmuşlardı...


Fikstür şanssızlığı olsa gerek ligin ilk maçını Seyrantepe'de ligin en kaliteli takımı olan Galatasaray ile oynadılar. Rakiplerini fazlasıyla zorlayan Diyadin'in öğrencileri, 87.dakikada rakibine teslim oldu. Oynadıkları mücadele ile büyük takdir toplayan ligin yenisi Kasımpaşaspor, 5. haftası yeni biten ligde 9 puan toplayarak averajla G.Saray'ın ardından 2. sıranın sahibi olmuştu. Yani Süper Lig'e yeni çıkan bir takım olarak 5 maçta 3 galibiyet hiç de fena bir başarı değildi. Kaldı ki şampiyonluk adaylarından F.Bahçe de bu süreçte 9 puan toplayabilmiş, Beşiktaş ve Trabzonspor ise 8'er puanda kalmışlardı...

... ve tarih 23 Eylül 2012... Kasımpaşaspor yönetimi kamuoyunun hiç de içine sinmeyecek bir şekilde başarılı teknik adam Metin Diyadin'in görevine son verdi. Bu kararlarında takımın aldığı sonuçların değil, yönetimin prensipleriyle alakalı olduğunu söylediler. Hiç bir şekilde kimseyi memnun ve tatmin etmeyen bu açıklamadan sonra bir kez daha gördük ki, bizim ülkemizde yerli teknik adamları harcamak, bir kalemde silmek çok kolay. Aynı durumu yabancı teknik adamlara yapmak ise çok zor. Yabancı teknik direktörlere sağlanan hak, zaman ve prim, bizim yerli başarılı teknik adamlarımıza hiç bir zaman sağlanmadı, en ufak kötü sonuçta çatlak sesler duyulmaya başlandı ve hakettikleri saygı da gösterilmedi...


Bizim ülkemizin yöneticileri değil miydi Beşiktaş'ın başındayken Ertuğrul Sağlam'ı harcatan, Rıza Çalımbay'a ancak 10 ay şans veren? Yada henüz 5.haftada Rıdvan Dilmen'i F.Bahçe'den gönderen? Türkiye'de teknik adamlık kuralı genellikle şöyle işler : Önce yurtdışından kariyerli bir teknik adam ile milyon eurolarla anlaşılır. Zor bela Türkiye'ye getirilir, bir çok maddi hakkın yanı sıra tamamen teknik adamın menfaatleri doğrultusunda sözleşme imzalanır. Daha sonra teknik adam başarısız olunca yada bir kaç maç puan kaybedince hemen çatlak sesler duyulur, yönetim zorla alternatif teknik adam arama yöntemine başvurur. Derken tazminat konusu çok can yakar ve bir süre teknik adamı göndermek askıya alınır. Bir gün çatlak sesler iyice çatırdar ve yönetim teknik adama darbe yapar, görevine son verilir. Cefakar taraftarın cebinden çıkan milyonlarca eurolar yine teknik adamın cebine girer. Kazanan yine ülkemizi turist edasında tanıyan yabancı teknik adam olmuştur. Takımlarımızın tarihlerine önemli tanıklıklar etmiş, bir çok başarı öyküsünün baş mimarı olmuş yerli teknik adamlar ise kolay kolay değerlendirilmezler, önem verilmez ve gerek duyulmazlar...

Bakın Barcelona'nın şanlı tarihine önemli tanıklık etmiş Guardiola, bir gün geldi takımın başına geçti. Yönetim sürekli arkasında durdu ve 4 yılda takımını dünyanın en iyisi yaptı, sayısız kupalar kazandırdı... Alex Ferguson, dilekolay tam 26 yıldır M.Unıted'ın başında... Rafael Benitez, Liverpool'un başında tam 6 sezon kaldı, 1 kez bile şampiyonluk görmedi ama son ana kadar takımdan gönderilmedi... Bremen'in efsane ismi Thomas Schaaf, 1999'dan beri takımın başında ve tek şampiyonluğunu ancak göreve geldiği 5.sene de yaşadı... Carlo Ancelotti, Milan'ın tüm dünyayı kasıp kavurduğu 80'li yılların sonundaki efsane kadronun içindeki önemli isimlerden biriydi ve 2001 yılında Fatih Terim'in yerine takımın başına getirildi, tam 8 sene görevde kaldı ve sayısız başarı ile takımdan ayrıldı... 


Futbolda İSTİKRAR çok önemli bir kavram. Biz ülke olarak takımın başına kimi getirirsek getirelim hemen takımı şampiyon yapmasını bekliyoruz, anlık başarılar istiyoruz... 2000'li yıllardan günümüze ise akıllarda sadece G.Saray'ın UEFA ve Süper Kupa'sı, F.Bahçe'nin Ş.Ligi Çeyrek Finali ve Beşiktaş'ın UEFA Çeyrek Finali kaldı... Bu 12 yıllık süreçte ise Shakhtar Donetsk Lucescu ile (8 yıldır görevde) 1 UEFA Şampiyonluğu ve 1 Ş.Ligi Çeyrek Finali yaşarken, Kıbrıs takımı Apoel de Ivan Jovanovic (8 yıldır görevinin başında) ile Ş.Ligi Çeyrek Final başarısı gösterdi. Bugün hala Şampiyonlar Ligi'nde hiç bir takımımız grup kuraları öncesi 2.torba mertebesine erişememişken, sadece 8 yıldır Avrupa Kupaları'nda boy gösteren Portekiz'in sıradan bir takımı iken UEFA Finali oynayan Braga'nın bu sezon Ş.Ligi grupları öncesi 2.torbadan kendine yer bulması Türk Futbolu'nun hangi noktada olduğunu özetliyor sanki...

twitter.com/serdarsozkesen

17 Eylül 2012 Pazartesi

Herkes Alex kadar şanslı mıydı?

Alex efsane futbolcu mudur, değil midir? Böylesine bir soruyu sormanın bile kendimce abes olduğunu söyleyerek yazıma başlamak istiyorum. Fenerbahçe gibi tarihi fazlasıyla zengin ve başarılarla süslü bir camiaya, hep sorunlu çıkardığı futbolcularla bilinen Güney Amerika'nın Cruzeiro takımından 2004 yılında transfer olan ve geldiği günden bu yana gerek sahada duruşu, gerek futbol zekası, tekniği ve örnek profesyonel yaşantısıyla futboldaki 'efsane' kelimesinin tam karşılığını ifade eden bir anlayışla çıktı karşımıza Alexsandro de Souza...

8 sezonda kaydettiği 150'nin üstünde gol ve 130'dan fazla asist. Bu istatistiği gören, yakınından geçen futbolcu var mıdır bilmem Türkiye'de. Sadece 8 sezonda kırdığı tüm rekorlar, istikrarlı yaşantısı, yaşına rağmen sahada verdiği mücadele, takımının en zor anlarında inisiyatif alması ve daima taraftarların kalbini kazanan bir futbolcu. Söz konusu 8 sezonda 3 şampiyonluk, 4 ikincilik yaşadı, Fenerbahçe tarihinin en özel futbolcularından biri olarak tarihe geçti. Türk Futbol Tarihi'nde 2 defa gol kralı olan tek yabancı futbolcu. Onun heykeli dikilmeyecek de kimin dikilecek Allah aşkına?
(Türkiye'nin en büyük spor sitesi www.sporx.com tarafından 18 Eylül'de "Haftanın Blog Yazısı" seçilmiştir ve 3.000'den fazla 'tık' almıştır. http://ttk.sporx.com/blog/herkes-alex-kadar-sansli-miydiSXBLQ16076SXQ) 
 2004 yılından beri kimler geldi kimler geçti Fenerbahçe'den ama bir tek o gitmedi, gitmek de istemedi. Türkiye'de aldığı paranın hakkını verebilen bir kaç yabancı futbolcudan biri oldu daima. Küçük maçların adamı olmadı sadece. Beşiktaş'a 13, Galatasaray'a 9 gol atarak hep yıldızlaştı. Takımı kötü giderken dahi ayakta kalan yegane futbolcu oldu. Avrupa Kupaları'nda takımına toplamda 13 golle çok büyük bir katkı yapan efsanevi oyuncu, ülkemizi de adeta ikinci evi gibi görüp mütevazi yaşantısıyla da daima örnek oldu.


Tüm bunlardan sonra Alex'e efsane oyuncu değil demek yada heykeli dikilmeli mi gibi bir soru sormak da ne kadar doğrudur, yorumu sizlere bırakıyorum. Asıl cevaplanması gereken, daha önceki futbol efsanelerinin neden heykeli, anıtı yapılmamıştır sorusu olmalı. Böylesine yaşayan efsanelerin değerlerini bilmeli ve tarihe mal edilip yaşarken de onurlandırmalıyız. Hatta engin futbol bilgisi ve birikimi ile gençlere örnek olması amacıyla onların da başına getirilip daima kulübün bir parçası haline getirilmeli ve sürekli göz önünde bulundurulmalıdır.

Geçenlerde heykeli için açılış töreni düzenlenen yıldız futbolcu, törende de gözyaşlarını tutamayarak takımını ne kadar sevdiğini ve sahiplendiğini de açıkça gösterdi. Beşiktaşlısı, Galatasaraylısı tüm futbol severleri duygulandırdı, işte efsane olmak böyle bir şeydir. Henüz aktif futbol hayatını sonlandırmadan bir futbolcuya yapılabilecek şüphesiz en büyük jest bu olsa gerekti. Alex bunu sonuna kadar haketmişti.


Ya hakettiği halde Alex kadar şanslı olmayanlar. Örneğin; Türk Futbol tarihinin belki de en büyük başarısını elinde bulunduran Galatasaray'ın UEFA ve Süper Kupa Şampiyonluğu'ndan sonra kimlerin heykeli dikildi, kimlerin gururu okşandı, o tarihi başarıyı unutturmamak adına ne gibi aktiviteler yapıldı? Son dönemin Alex ile birlikte tartışmasız en iyi 2 yabancı futbolcusundan biri olan ve kulübünün Avrupa'daki aldığı büyük başarılardaki en büyük pay sahibi olan Hagi ile ilgili ne gibi bir yaptırımı oldu Sarı - Kırmızılıların? Hagi'yi de geçtim, o dönemin efsane kadrosunun hiç mi tarihe iz bırakacak bir yansıması olmayacaktı? Taffarel, Popescu, Bülent Korkmaz, Hakan Ünsal, Suat Kaya, Ümit Davala, Emre, Okan, Hasan Şaş, Hakan Şükür, Arif... Her birinin inanılmaz bir mücadele örneği gösterip UEFA tarihinin tek namağlup şampiyonu olmaları ve ardından Avrupa'nın en büyüğü yıldızlar topluluğu Real Madrid'i dahi yenip Süper Kupa'yı kazanan futbolculara yeteri kadar prestij sağlandı mı, tartışılır. Evet onların bir anıtları var Büyük Çekmece'de ama ne kadar kişi gitmiş görmeye ve ne kadar ilgi gösterilmiş, işte o tartışılacak cinsten bir durum. Söz konusu sezonda Fatih Terim'li Galatasaray ayrıca Lig Şampiyonluğu'nu ve Türkiye Kupası'nı da kazanarak efsanevi bir sezon geçirmişti...

Ya Trabzonspor'a ne demeli? Şenol Güneş gibi tarihe mal olmuş bir kalecisi (1.112 dakika gol yememe rekoru var) ve şimdilerde takımının son 20 yılının da büyük bir bölümünde teknik direktörlüğünü yapmış ve takımın en kötü gününde dahi yanında durmuş, sorumluluktan asla kaçmamış, gemisini asla terk etmemiş bir 'futbol markası'nın heykeli neden dikilmez, sorarım sizlere. 2002 yılında Türk Milli Takımı'nı Dünya 3. sü yapan bu teknik adamı el üstünde tutmak yerine hala eleştirenleredir böylesine bir kariyer ve başarı öyküsü... Ayrıca Trabzonspor'un 1975 ile 1985 yılları arasında hiçbir futbol kulübünün yaklaşamadığı bir başarı yakalayan (10 sezonda 6 kez şampiyonluk, 3 kez ikincilik ve 1 kez üçüncülük) efsane kadronun neden bir anıtı yok, bu bile fazlasıyla düşündürücüdür. Kulüp tarihinin tartışmasız en büyük golcüsü olan Hami Mandıralı'nın (566 maç - 273 gol) neden bir heykeli dikilmez, neden sahip çıkılmaz, neden kulübe mal edilmez, hiç aklımız almaz...

Son örneğim ise Beşiktaş'ın erkek basketbol takımı ile ilgili olacak. Geçen sezon başında kimselerin şans vermediği Ergin Ataman önderliğindeki Beşiktaş'ın sezonu 1 değil, 2 değil tam 3 kupa ile bitirmesi Türk basketbol tarihinde görülmemiş bir olaydı. Tam 37 yıl sonra gelen Lig Şampiyonluğu'nun yanına Efes Pilsen'den sonra ülkemize bir de Avrupa Kupası'nı (Euro Challenge) getiren Siyah - Beyazlıları bu da kesmemiş olacak ki bir de Türkiye Kupası Şampiyonu olarak sezonu bir futbol terimi olan hat - trick ile kapattılar ve tarihi bir sezon geçirmiş oldular. Peki Beşiktaş kulübü tüm bu başarıların üzerine neler yaptı? Bir anıt mı yaptı? Hayır. T-shirt bastırıp bu büyük başarıyı hatırlatmaya çalıştılar ama orada da reklamını yapamadılar ve hiçbir satış elde edemeyerek sınıfta kaldılar. Anlayacağınız tarihi başarı sadece satırlarda kaldı, çok yazık... Heykel, anıt konusunda ise Beşiktaş tarihinin tabiki çok büyük futbolcuları var ve en başta Metin - Ali - Feyyaz olmak üzere birçok heykeli dikilecek türden efsane oyuncuları var...

Özetle; Alex'in anıtı umarım bundan sonra gelecek futbolculara ve sporculara örnek olacaktır. Onun gibi değerleri bulmak her zaman mümkün olmuyor. O yüzden henüz yaşarlarken bu büyük futbol abidelerine gerekli önemi vermeli ve onları sonsuza dek yaşatacak davranışları, eylemleri ve daha fazlasını hayata geçirmeleri, böylesine büyük kulüplerin baş görevleri olmalıdır.

twitter.com/serdarsozkesen

11 Eylül 2012 Salı

Efsaneler Ölmez, Şekil Değiştirir...

Hani demişler ya, "Efsaneler ölmez, sadece şekil değiştirir" diye... Futbol, malumunuz dünyanın en popüler spor dalı olmasının yanı sıra maddi anlamda da gerek kulüplerin gerek futbolcuların büyük kazançlar elde ettiği dev bir pasta ve tüm dünyaya hükmedecek kadar da takip edeni ve destekçisi var. Böylesine bir ortamda da biz futbolseverler olarak çok şanslıyız, çünkü hemen her devir, her sene büyük futbol yıldızlarını görüyoruz ve onların bize yaşattıkları futbol resitalleri, heyecanları, hüzünleri ile yoğruluyoruz...

Ben bugün, yaşımın da elverdiği sınırlara göre izlediğim, takip ettiğim, bazen hüzünlendiğim, bazen hop oturup hop kalktığım, onlarla beraber sevindiğim futbol yıldızlarını 'jenerasyon'lara (kendimce) ayırıp sizlerle paylaşmak ve hatırlatmak istiyorum. Orta okul öğrenimimin sonlarındaydı başta Avrupa olmak üzere Dünya Futbolu'na merakım. TV'lerdeki özet görüntüler ve gazetelerin spor sayfalarında çok küçük köşe de olsa Avrupa Ligleri haberleri her zaman dikkatimi çekerdi. Tabi çocuk aklımızla da kafamızda fazlasıyla yer ederdi futbolcuların isimleri, takımları...

Her futbolseverin kendi futbol yıldızları vardır. Bende kendimce tüm dünyaya hükmeden yada büyük iz bırakan futbol yıldızlarını en başta da dediğim gibi yaşımın durumuna göre 'jenerasyon'lara bölüp çeşitli kategorilere ayırdım. İlk jenerasyonum 'efsane jenerasyon.' Neden efsane? Çünkü futbolu yeni takip ettiğim dönemlerdeki yıldızlarım onlar, en çok onlar yer etmişti benim çocukluk yıllarıma, en çok onların haberlerini takip etmek için çaba harcamıştım. 'Efsane jenerasyon'u 1967-1973 yılları arasında doğmuş futbolcular olarak bir çizgi ile sınırlara ayırdım. Kim onlar derseniz; Maldini, Rui Costa, Overmars, Elber, Zidane, Figo, İnzaghi, Rüştü, Thuram, Shearer, Lizarazu, Barthez, Stam, Desailly, Roberto Carlos, Batistuta, Rivaldo, Hakan Şükür, Cafu, Van der Sar, Cannavaro, Giggs, Scholl, Alpay, Juninho, Nedved, Cafu, Kahn, Zanetti, Deschamps, Davids, Tugay, Hierro, Vieri, Effenberg, Suker, Albertini, Bergkamp, Roy Keane, De Boer... Benim için gerçekten de efsane kelimesinin tanımı olacak bu futbolculardan sanırım sadece Giggs, Rivaldo ve Zanetti hala aktif futbol yaşantılarına devam ediyorlar, yıllara inat...


2. olarak ayırdığım jenerasyon ise olgunluk ve daha fazla farkındalık çağıma denk geldiği ve en unutulmazlarım arasına girdiği için 'altın jenerasyon' olarak adlandırdığım grup... Bu jenerasyon ise 1974-1980 yılları arasında doğmuş çok önemli isimleri kapsıyor (Tüm jenerasyonlarda aklıma gelmeyen futbolcular olabilir)... Kimler mi var? Ben sorayım sizlere, kimler yokki? Shevchenko, Nistelrooy, Vieira, Veron, Crespo, Riquelme, Seedorf, Nesta, Buffon, Trezeguet, Mendieta, Raul, Ferdinand, Ballack, Ronaldinho, Beckham, Kluivert, Totti, Gerrard, Kewell, Lucio, Ljungberg, Pirlo, Ortega, Van Bommel, Rosicky, Salas, Xavi, Drogba, Morientes, Puyol, Henry, Klose, Ambrosini, Del Piero, Terry, Aimar, A.Cole, Gattuso, Pizarro, Ronaldo (Brezilyalı), Lampard, Ze Roberto, Alex, Recoba, Anelka... Şu an bu jenerasyonunun büyük bir bölümü hala aktif futbol yaşantısına devam etse de 2-3 sene içerisinde bu sayı bir elin parmaklarını geçmeyecektir...


ve şimdilerdeki en popüler futbolcuların yer aldığı kendi deyimimle 'değerli jenerasyon'... Çünkü bu futbolcular, gerek yüksek bonservis bedelleriyle gerek de tüm dünyadaki sosyal ağların fazlalığı sebebiyle sürekli gündemde olmaları sebebiyle daha çok el üstünde tutuluyorlar ve takip ediliyorlar. 1981-1987 yılları arasında dünyaya gelmiş yetenekli futbolcuları grupladığım jenerasyonda ise Messi, Ronaldo, Falcao, Robben, Casillas, Cassano, İbrahimovic, Kaka, Ribery, Evra, Higuain, Dzeko, Saviola, Cech, Pique, Torres, Nani, Alonso, Van Persie, Sneijder, Ramos, Mascherano, van der Vaart, Gomez, Tevez, Cavani, Emre, Vidic, Robinho, Reyes, Maicon, Fabregas, Eto'o, Hulk, Rooney, Schweinsteiger, Suarez, İniesta, Benzema, Neuer, Huntelaar, Lahm, Podolski, David Villa, Pepe, Dani Alves... Günümüzün tartışmasız bu en değerli jenerasyonunun daha en az 7-8 yıllık ömrü var ve bunu bilmek bile kaliteli futbolu seven biz futbolseverler için muazzam bir fırsat...


Geleceğin futbolcuları olarak gösterilen 'umutlu jenerasyon'um ise 1988-1992 yıllarında doğmuş futbolculardan oluşuyor. Bu jenerasyonda; Neymar, Lewandowski, Mata, Balotelli, Ganso, Hazard, Hummels, Alexis Sanchez, Reus, Javi Martinez, Pato, Krkic, Götze, Di Maria, Muniain, Aguero, Mesut, Kagawa, Müller, Oscar, Hernandez, Dzagoev, Pato gibi isimler var ve bu isimleri gördüğümüzde de çoğunun yine yüksek bonservis bedelleriyle başka takımlara gideceği ve sürekli gündemi meşgul edecek kadar yetenekli futbolcular olduğunu söylemek zor olmasa gerek.

Sonuçta yine kazanan onları zevkle izleyen ve takip eden biz futbolseverler olacağız. Dünya Futbolu'nda bir jenerasyon bitiyor, diğer jenerasyon hızla geliyor, asla geri kalmıyorlar. Bu döngü sürekli böyle devam edecek. Messi'ler Ronaldo'lar da birgün futbolu bırakacak, yeni doğmamış yetenekler konuşulacak, konuşulacak, konuşulacak...

twitter.com/serdarsozkesen

SON 1 AYDA EN ÇOK OKUNANLAR