30 Mayıs 2016 Pazartesi

Vodafone Arena - Hıncal Uluç



Her stat, tuttuğu takımın taraftarına özel görünür, mabedi bellenir. Hatta sorsanız, çoğu insan "En iyi stat bizimkisi" bile diyebilir. Günümüzde, teknolojinin artması ile beraber statlarımız da bir hayli yenilendi ve hatta birçoğu zamanla yıkılıp yerlerine daha ihtişamlıları inşa edildi. Buraya kadar herşey tamam ama ben izninizle buradan Mesut Özil asistiyle topu spor camiasının 'duayen' yazarlarından Hıncal Uluç'a atmak istiyorum. Kendisi bu güzel asisti gol yapar mı, göreceğiz.

Hıncal Uluç'u seven de var, sevmeyen de. Galatasaray'lı olduğu herkesçe bilinen Uluç'un bazı tespitleri ve eleştirileri hem rakip takım taraftarlarını hem de G.Saray'lı taraftarları net bir şekilde rahatsız ediyor. Esasında 50 yıldan beri spor camiasının içerisinde sivri olduğu kadar zaman zaman herkesin söyleyemeyeceği gerçekleri tabiri caizse 'pat' diye söyleme cesaretine sahip olan Hıncal Uluç'un 3 seneden fazla zaman önce yani İnönü Stadı'nın yıkılıp yerine yenisinin yapılacağı söylentilerinin ayyuka çıktığı bir ortamda kaleme aldığı şu ayrıntıları (her kelimesi bence doğru) sizlere hatırlatmak isterim. Kaldı ki, son cümlesinde ileri görüşlülüğü açıkça görülüyor.

Fotoğrafı tıklayıp büyütebilirsiniz.
Eski adıyla İnönü Stadı 2013 Temmuz'unda yıkıldı ve 11 Nisan 2016'daki Bursaspor maçı ile görkemli bir şekilde açılarak Beşiktaşlılara ve Türkiye futboluna hizmet etmeye devam ediyor. Hatta Vodafone Arena, kısa mazisinde Beşiktaşlılara bir de şampiyonluk dahi hediye etti.

25 Mayıs 2016 Çarşamba

2015 - 2016 Premier Lig Yayın Gelirleri


Bu tablonun üzerine sanırım fazla söylenecek bir söz yok. Leicester City, aldığı 93 milyon sterlin ile zaten çok iyi transferler yaparak önümüzdeki sezon yine üst sıralara oynayabilecek bir bütçeye sahip. Öte taraftan ligden düşen Newcastle, Norwich ve Aston Villa da emekli ikramiyeleri ile Championship League'de pekala iyi işler çıkarıp tekrar Premier Lig kapılarını aşındırabilirler. Ayrıca belki sosyal medyada görmüşsünüzdür ama ben yine de şunu da ekleyeyim : Ligden düşen Aston Villa'nın 66 milyon sterlin aldığı Premier Lig'de, Bundesliga şampiyonu Bayern Münih ise sadece 43 milyon sterlin yayın geliri elde etmiş.

Ligi şampiyon bitiren Leicester'ın sezon boyunca sadece 15 maçı canlı yayınlanırken, ligden düşen Newcastle takımının ise 16 maçı canlı yayınlanmış. Bu alanda liderlik ise 27 canlı maç yayını ile Arsenal olmuş.

Geçen sezonun yayın gelirleri ile neredeyse aynı rakamlar var. Her takımın aldığı ücretlerin (pek ücret denmez, başlı başına servet) kıstaslarını ve değer ölçülerini, geçen sene kaleme aldığım şu yazıda görebilirsiniz.

http://serdarilefutbol.blogspot.com.tr/2015/06/2014-2015-premier-lig-yayn-gelirleri.html

22 Mayıs 2016 Pazar

Slaven Bilic 2015 - 2016























Slaven Bilic ne ilginç adam. Türkiye'de Beşiktaş'la 2 yıl boyunca Fenerbahçe ve Galatasaray'ı hiç yenemedi ve bu yüzden çok eleştirildi. Belki de derbi kazanamadığı için takımını şampiyon da yapamadı. Fakat WestHam Unıted ile ilk Premier Ligi tecrübesinde tam anlamıyla kurtlar sofrası denilen yerde ligin en iyi futbol oynayan takımları karşısında inanılmaz sonuçlar aldı.

WestHam Unıted'ın da içinde bulunduğu ve Manchester Unıted, Manchester City, Chelsea, Tottenham, Arsenal, Liverpool ve sezonu şampiyon bitiren Leicester City'nin olduğu bir Premier Lig düşündüğümüzde oluşacak puan durumunu yukarıdaki fotoğrafta görüyorsunuz. Bilic, 8 takımlı bu ligde oynadığı 14 karşılaşmada topladığı 26 puanla şampiyon oluyor. Bu net bir şekilde Bilic'in takımının büyük maçlarda ne kadar konsantre ve başarılı olduğunu gösteriyor. Yani Beşiktaş'taki performansının tam zıttı bir karakter ve oyun anlayışı. Sezonu şampiyon olarak tamamlayan Leicester City'nin, "mini lig'de" WestHam'dan 5 puan az alsa da sezon sonunda Bilic'in takımına tam 19 puan fark atmasının tek sebebi ise kendi sikletindeki rakiplere puan kaptırmaması. Bir diğer ifadeyle, Bilic'in "Anadolu takımları"na olan düşük mücadelesi ve bir yerde ekibini konsantre edememesi sebebiyle sezonu UEFA Avrupa Ligi başarısı ile tamamlayabildi (Man. Unıted FA Cup'ı kazandığı için). Aynı şekilde WestHam Unıted, 8 takımlı ligde Man. City'den tam 16 puan fazla toplasa da yıl sonunda rakibinden 4 puan geride ligi bitirip 7.likle yetindi. Son olarak Slaven Bilic'in takımının sezon genelinde en çok berabere kalan 3 takımdan birisi olması da Şampiyonlar Ligi bileti alamamasının başlıca sebeplerinden biri oldu.

Sözkonusu 8 takımın oluşturduğu ligde takımlar birbirleriyle çok enteresan maçlara ve sonuçlara imza attılar. Bu ilginç detaylar elbet sizlerin de şaşırmanıza yol açacaktır diye düşünüyorum...

* Man. Unıted, Liverpool'u iki maçta da yendi.
* Arsenal, Leicester'ı iki maçta da yendi.
* Chelsea, Arsenal'i iki maçta da yendi.
* Tottenham, Man. City'i iki maçta da yendi.
* Liverpool, Man. City'i iki maçta da yendi.
* Man. City, Chelsea'yi iki maçta da yendi.
* WestHam, Liverpool'u iki maçta da yendi.
* 8 takımdan sadece Leicester, bir rakibini iki maçta birden yenemedi.

TEBESSÜM.. Açıkçası yukarıdaki istatistikler, biraz da aşçı - uşak esprisini hatırlattı gibi :)

* WestHam, 7 takımdan sadece Leicester'ı yenemedi (1B, 1M)
* Man. City, 7 takımdan sadece Chelsea'yi yenebildi (2G, 4B)
* Chelsea, 7 takımdan sadece Arsenal'i yenebildi (2G, 6B)
* WestHam, 8 takım arasında tüm rakiplerinden puan toplayan tek takım.
* Arsenal, 7 takım arasında sadece Chelsea'den puan alamadı.
* Leicester, sezon boyu sadece 3 mağlubiyet alırken 2 tanesini Arsenal'e karşı aldı (diğeri Liverpool)
* 8 takımlı rekabette WestHam, Leicester'den 5 puan fazla toplarken, sezon sonunda 
rakibinin tam 19 puan gerisinde kaldı.
* WestHam, ligde 17 takımdan da puan alan tek takım.

Sonuç olarak; Slaven Bilic ve WestHam Unıted başarılı bir sezon geçirmiştir ve 2-3 takviye ile önümüzdeki sezon ligi yine ilk 7 içerisinde rahatlıkla bitirebileceği tahmininde bulunmak, hiçte iyimser bir bakış açısı olmasa gerek...

- Bu arada en üstteki fotoğrafı tıkladığınızda büyüyecek, yazılar daha bir belirgenleşecek ve hatta bilgisayarınıza güzel bir duvar kağıdı dahi olacaktır :) - 

17 Mayıs 2016 Salı

1 Ocak 2007 ATP Sıralaması


Şimdilerde Novak Djokovic'in 16 bin puanlarda açık ara birinci olduğu listeyi gözünüzün önüne getirin ve bu tabloya bir daha bakın. Evet bu liste konu başlığında da belirttiğim gibi 1 Ocak 2007 tarihine ait. Yani bu tarihlerde 'makine' Djokovic daha yeni tenis kortlarına 'merhaba' demiş ve bırakın Grand Slam kazanmayı, final yüzü dahi görememiş durumda. Bu tarihlerde en büyük başarısı ise 2006 Fransa Açık çeyrek finali ama bu başarısı dahi onu genç yaşta 16.sıraya kadar yükseltimiş durumda. 2007 yılında ise Roland Garros ve Wimbledon'da yarı final oynayıp, Amerika Açık'ta finalde Federer'e kaybedince yıl sonunda 3.sıraya kadar yükselecek bir Djokovic olacak... 

Federer ise malum o yıllarda sürekli Grand Slam'ler kazanmaya alışık olduğu için açık ara zirvede yer alıyor. 1 Ocak 2007 tarihi itibariyle Roger Federer, çıktığı 10 Grand Slam'den 9'unu kazanmayı başarmış. Malumunuz tek mağlubiyet, 2006 Roland Garros finali ve tabii ki şampiyon Rafael Nadal. Nadal o dönemlerde Federer ile olan özel rekabetinin henüz ilk dönemlerinde olmasına rağmen yine de açık ara 2.sırada ve bu liste açıklandığı vakitlerde sadece 3 Grand Slam finaline çıkmış, 2 kez Roland Garros'tan zaferle ayrılmış, diğerinde Wimbledon'da ekselansları Federer'e boyun eğmişti. Fakat Nadal, bundan sonra muazzam bir seriye başlayacak ve takiben 8 yılda 17 Grand Slam finali oynayacak ve 12 şampiyonluk daha elde edecek...

Yukarıdaki ATP listesinde dikkat çeken diğer isimler ise son yıllarda sıklıkla ilk 10'da görmeye alışık olduğumuz Berdych, Ferrer ve Murray de kendilerine alt sıralardan yer bulmuşlar. Listeye sığmayan bir diğer İsviçreli raket Stanislas Wawrinka'nın da 30.sırada olduğunu belirtmekte fayda var. 

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Bir Peri Masalı : Atletico Madrid


2015 - 2016 sezonu La Liga'da,

38 maç 28 galibiyet, 4 beraberlik, 6 mağlubiyet...

28 galibiyetin 10 tanesi (0,36 ort.) 1-0'lık skorla alındı...

Lig sonunda topladığı 91 puan ile şampiyon olan Barcelona toplamda 112 gol (2,95 ort.), 90 puanla 2.sıralara abone olan Real Madrid 110 gol (2,89 ort.) atarken, ligi 88 puanla üçüncü sonlandıran Atletico Madrid sadece ve sadece 63 gol atabildi (1,66 ort.). Zaten Simeone'li Atletico Madrid, bir sezonda en fazla golü şampiyon oldukları 2013 - 2014 sezonunda 77 gol ile atmıştı...

38 maçın 24'ünde gol dahi yemediler. Oblak'ın sezonun en iyi kalecisi seçilmesinin hiçbir şekilde sürpriz olmadığı bu dönemde toplamda yedikleri 18 gol ile (0,47 ort.), 1993 - 1994 sezonunda Deportivo'ya ait olan 18 gollük rekoru da egale ettiler. Şampiyon Barcelona bu dönemde 29 gol (0,76 ort.), ligi ikinci sırada bitiren Real Madrid ise 34 gol (0,89 ort.) yedi.

6 mağlubiyetin tamamı tek farkla alındı, hiçbir zaman 2 farklı kaybetmediler. Mağlubiyetlerin 2 tanesini Barcelona'ya (ikisi de 2-1) karşı alırlarken, diğerleri Villarreal (1-0), Malaga (1-0) ve S.Gijon (2-1) ve Barcelona'nın şampiyon olması neredeyse kesinleşen saatlerde ligden düşen Levante (2-1, son dakikada golü) deplasmanları...

38 maç sonunda yenemediği takımlar; Barcelona ve Villarreal...

Ezeli rekabet halinde olduğu Real Madrid'den 2 maçta 4 puan alırlarken, 90 dakikalık maçlar üzerinden Galacticos ile oynadıkları (Şampiyonlar Ligi finali hariç) son 12 maçta sadece 1 kez boyun eğdiler, 5'ini kazandılar... Barcelona'yı Şampiyonlar Ligi'nde 3 yıl arayla 2 kez çeyrek finalde eleyip, ikisinde de finale kaldılar.

Atletico Madrid, ligde 38 maçın hiçbirinde kalesinde 2'den fazla gol görmezken, 7 karşılaşmada 3 ve bir karşılaşmada 5 gol atarak fazla gösterişe ve showa dönüştürmeden maçlarını kazanma yoluna girdi...

23 maçının skoru, iddaa tabiriyle ALT sonuçlanırken, 15 maçı ÜST oldu.

.....................

Şampiyonlar Ligi'nde;

Diego Simeone'nin bir anlamda çoğu zaman şoför koltuğunda idare ettiği otobüsü, finale gelene kadar oynadıkları 12 karşılaşmada toplam 16 gol attılar (1,33 ort.), filelerinde ise sadece 7 gol gördüler (0,58 ort.) ve 2009 - 2010 sezonunda İnter ile final maçı dahil olmak üzere 13 maçta 9 gol yiyen Mourinho'nun o ünlü otobüsünü dahi geride bıraktılar. Ayrıca A.Madrid, şampiyonlar liginde oynadığı 12 karşılaşmanın 8'inde (0,67) kalelerini gole kapatmayı başararak erişilmesi zor bir rekora imza attı...

Şampiyonlar Ligi'nde final yolculuğuna kadar 12 maç, 6 takım demek ve Atletico Madrid'e 3 takım gol atabildi. Benfica (3), Barcelona ve Bayern Münih (2'şer kez)...

Toplamda 6 içsaha maçında sadece Benfica'dan gol yedi ve bu aynı zamanda Atletico'nun Şampiyonlar Ligi'nde bu sezon aldığı  ilk ve tek yenilgisi oldu (1-2)...

Normal sürelerde gol atamadığı tek takım gruplar sonrası ikinci turda eşleştiği PSV Eindhoven. İki maçta 0-0 sona ermiş ve penaltılarla tur atlayan Madrid temsilcisi olmuştu...

Dünyanın 3 futbol 'dev'inden ikisi olan Barcelona ve Bayern Münih'i eleyip finale çıkmak için şanstan öte bir deneyime ve taktik anlayışa sahip olmanız gerekiyor. Tam da burada önemli bir parantez açmak lazım, zira A.Madrid her sene takımda sivrilen minimum 2-3 futbolcunun satışına rağmen Simeone'nin bitmek bilmeyen enerjisi ve heyecanı ile takıma kattığı o özel formüle edilmiş 'ruh'un bu peri masalında çok büyük bir rolü var...


Genel olarak...

Evet artık futbolda savunma yapmak da bir sanat olarak görünebilir. Yunanistan'ın Euro 2004'teki şampiyonluğu, Mourinho'nun Chelsea'sinin park halindeki otobüsü ile kazandığı onlarca kupa elbette ilk akla gelenler arasında. Aynı zamanda her tez, antitezini doğurur. Sonuçta nasıl ki bir zamanlar tiki - takalar ortalığı kasıp kavururken, bir süre sonra onu alt edecek formüller üzerinde defalarca kafa patlatan zihniyetlerin futbolda başarı için değişik taktik şekilleri üzerinde yoğunlaşacağı da muhakkaktı. Kuşkusuz şu an dünyanın en saygın teknik direktörü olan Diego Simeone'nin bu noktada elindeki malzemenin haddini bilerek harmanlaştırdığı savunma ağırlıklı taktiği ile son 3 yılda 2 Şampiyonlar Ligi Finali ve 'dev' bütçeleri ile Barcelona ve Real Madrid'in hegomanyasındaki La Liga'da son 4 sezonda bir kez şampiyonluk, üç kez de üçüncülük yakalamasını sıradan bir şeymiş gibi göstermeye kimsenin hakkı yok. En başta da kendimin. Her ne kadar hücum futbolunu ve göze hoş gelen estetik ve pozisyon ağırlıklı takımları ve taktikleri sevsem de Mourinho'nun öncülük ettiği savunma futbolu stratejisi ve Simeone'nin üzerine yeni güncellemeler yaparak takımına kattığı hava, parolası 'sabır' olan oyun anlayışı, futbolculara her maç aynı konsantrasyonla kendinden büyük 'dev'lere karşı algılattığı "asla kolay lokma olmayan" tavrı ile en büyük övgüyü tüm kamuoyundan almaları gerekiyor...

Bugün belki, henüz daha PSV Eindhoven ile oynanan ikinci tur rövanş karşılaşmasında, Vicente Calderon'da 58.dakikada önce Locadia'nın topu direkte patlamasa, ardından De Jong'un boş kale yerine Filipe Luis'in kafasına topu çarptırmasa belki de bu peri masalı başlamadan bitecekti. Ya da Bayern Münih yarı final rövanş karşılaşmasında 35.dakikada Müller o penaltı vuruşunda maç boyu mükemmel oynayan Oblak'ı avlayabilse, tabeladaki  2-0'dan sonra 'Cholo' lakaplı Simeone'nin işi hiçte kolay olmayacak ve bu özverili futbollarının final ile taçlandırılması belki de mümkün olmayacaktı...

Son 11 yılda 8 yarı final oynayan Barcelona, son 7 yılda 6 kez yarı final oynayan Bayern Münih ve son 6 yılın tamamında yarı final oynayan Real Madrid'in okey masasına artık dördüncü geldi diyebiliriz. Elindeki malzemeyi değerleme, işleme ve parlatma yeteneği en üst seviyede olan 'duvar örme ustası' Simeone ve Atletico Madrid okey masasında bakalım daha hangi özel maceraları ile unutulmaz maçlara imza atacaklar?

Teknik direktörlük deneyiminde ilk Avrupa serüvenine 2011 - 2012 sezonunun devre arasında Catania ile çıkan Simeone, Atletico Madrid ile olan başarısını büyük ölçüde Catania'daki tecrübesine bağlıyor. "Catania, gerçek bir öğrenme eğrisi oldu ve zorluklarla baş edebilme ve cesaretini tamamen oradan alıp, Atletico'ya uyarladım" derken de Çizme'de yaşadıklarının, şimdiki başarılarının anahtarı olduğunu belirtiyor. Kim bilir belki bir gün futbolculuk dönemlerini yaşadığı Lazio veya İnter'in başına da geçebilir...

...........................................

Şampiyonlar Ligi finalini bekleyemeden bu yazıyı yazdım. İlginçtir; Guardiola'yı Şampiyonlar Ligi'nde eleyen her takım o sezon şampiyon olmuş. 2010'da yarı finalde Barca'yı eleyen İnter, Mourinho ile kupaya uzandı. 2012'de yine yarı finalde Guardiola'nın Barca'sını bu defa Di Matteo'nun Chelsea'si dize getirip kupayı müzesine götürdü. 2014'te Real Madrid ve 2015'te Barcelona ise Pep'in Bayern Münih'ini yarı finalde geçip en büyük kupaya sahip olmuşlardı. 2016'da ise bu defa Simeone'nin Atletico'su "yarı final özürlü" Guardiola'yı mat edip finalde Galacticos'un rakibi oldu. Tarih tekerrürleri sever. Sizce?


9 Mayıs 2016 Pazartesi

Djokovic yenilmez mi?


İlk olarak şu teşhisi koyalım : Djokovic ne yaparsa yapsın, bir türlü yaranamıyor. Belki geçmişinde kendisinin de pişman olacağını düşündüğüm; maçları yarıda bırakması, oyunu yavaşlatması ve aldığı sağlık molaları gibi tepki çeken hareketleri dışında, tenis tarihinin en büyük rekabetlerinden birine sahne olan Federer ve Nadal'ın gölgesinde başarıları nispeten daha az gündeme getirilip, hatta zaman zaman ikinci sayfalara taşınsa da o rekorları birer birer kırmaya, adını da en iyilerin olduğu listede üst sıralara yazmaya devam ediyor. Federer'in 17 Grand Slam şampiyonluğuna karşı 11 ile (en yakın rakibi 14 ile Nadal olsa da) bunu kırabilecek potansiyeller listesinde 1 numarada olan Sırp tenisçi, kortun tamamına yayılan enerjisi ve izleyicilerin biraz maçı izledikten sonra "tamam bu maçta cepte" diyebileceği bir ortamı tüm dünyaya ispatladı. Son yıllarda en çok karşılaştırıldığı Federer ve Nadal'ı "head to head"te de (ikili rekabette) geçti ve psikolojik üstünlük artık Nole'da. Gerçi bu satırları yazarken 'head to head' konusunda Djokovic'in neredeyse tüm vasat üstü tenisçilere karşı üstünlük kurduğunu da ekleyelim. Tenis tarihinin en estetik vuruş ustası Federer de, tenis tarihinin en savaşçı ismi Nadal da onu yenmek için biliyorlar ki, o gün oldukça fazla ekstra işler yapmaları gerek. Sonuçta karşılarında bir makine var ve bu makinenin sekteye uğramasını beklemek bir yana, sizler için herşeyin yolunda gitmesinin yanı sıra seviyenizin de en üst noktada olması şart. Bunu son yıllarda belki de tek başaran 2015 Roland Garros'ta Stan Wawrinka olmuştu. Ne var ki İsviçreli, o seviyeye bir türlü tekrar ulaşamadı, çünkü o seviyeler büyük ölçüde istikrara endeksli ve bu kıstas için Wawrinka örnek bir model asla olamadı.


Novak Djokovic'in son 2 yılda sürekli beşinci viteste devam eden tenis hayatında en başta da belirttiğim gibi tüm dünya tarafından yeteri kadar takdir görmemesi, başarılarının sessiz bir şekilde haber olması onu asla yolundan döndürmedi. Federer ve Nadal ile oynadığı maçlarda, seyircilerin neredeyse tamamının onları desteklediği ortamlara zamanla o kadar alıştı ki, bunu kendi içinde (aklıyla) çözümledi ve negatif görünen ortamı pasifize ederek yenilmesi çok güç bir makineye dönüşüverdi. Final maçlarını, final puanlarını, final setlerini çok daha büyük oynuyor Novak. 2016 Avustralya Açık yarı finalinde herkesin "Acaba bu defa Federer, Djokovic'i yenip 18.Grand Slam hayaline yaklaşacak mı?" diye sorduğu bir ortamda öylesine iki set oynamıştı ki, adeta ekselanslarına nefes bile aldırmadan sadece 3 oyun vererek 2-0'ı bulup maçı neredeyse orada bitirmişti. Federer demişken, tenis tarihine yön verecek kadar büyük olan efsanenin ilerlemiş yaşına rağmen 2014'ten bu yana oynadığı büyük oyunla bugün Grand Slam sayısını 20'ye çıkartamamasının baş sorumlusu yine tahmin ettiğiniz gibi Novak Djokovic'ten başkası değil (2 Wimbledon finali, 1 Amerika Açık finali ve 1 Avustralya Açık yarı finali).


Djokovic eskiye nazaran çok değişti. İlk başta kendine çok iyi baktı. Hayatının tüm merkezine tenisi koydu. Tamamen tenis odaklı hayat felsefesi ile yoğurduğu kariyerinin zirvesinde ve dünya 1 numarasından da uzun yıllar inecek gibi görünmüyor. Hem eskiye nazaran daha pozitif ve gerek kort içinde gerekse de kort dışında daha eğlenceli bir Djokovic var. Çoğu zaman esprili videolarda onu görmek mümkün. Ayrıca Federer ve Nadal hakkında konuşurken de gayet üsluplu ve rakiplerinin her zaman hakkını veren, övgü dolu sözler kullanıyor. Evet tüm dünyada her sporcunun yükseliş ve parlak dönemi kadar gerileme dönemi de oluyor ve olacaktır ama Novak için bu kısır döngünün gelme olasılığı şimdilik biraz daha uzun sürecek gibi görünüyor. Zira onun seviyesine yaklaşacak tenisçi sayısının az oluşu da onu daha bir güçlü kılıyor. Son zamanlarda Nadal, savaşçı kimliği ve şampiyonluklara olan özlemine ek olarak toprak kort sezonunda büyük bir çıkışa geçti ama onun Djokovic seviyesine gelmesi için birkaç turnuva daha kazanması ve gelecek özgüveni ile beraber en başta da Novak'ı mağlup etmesi gerekiyor. Zaten hali hazırda 35'ine gelmiş ve 1-2 sene içerisinde muhtemelen efsane kariyerini bitirmek zorunda kalacak olan Federer'in Novak için bir tehdit olmasının eskiye nazaran daha da zor olduğu gün gibi gerçek. Kariyerinde sadece 2 Grand Slam şampiyonluğu bulunan ve final maçlarında çoğu zaman boynu bükük ayrılan Murray ise yine Grand Slam finalleri oynayacaktır ama bu alanda Novak'a olan zaafını yenmesi biraz zor olacak.

Novak Djokovic'in tenis dünyasında geldiği seviye gerçekten insan üstü. En inanılmaz puanları alırken soğukkanlı ve istikrarı, seviyesi bir 'tık' bile düşmüyor. Seyirci tahrikinden etkilenmiyor, profesyonelce sadece rakibine odaklanıyor ve ciddiyeti asla elden bırakmıyor. Kortun tümüne yayılan bedeni, esnekliği, hızı her zaman en üst seviyede. Hatta ve hatta bazen basit hatalar yaptığında biz ekran başında oldukça şaşırabiliyoruz. Rakiplerinin neredeyse tamamının "ne yapsam olmuyor, çünkü çok güçlü" serzenişlerinin yüz ifadelerinden net bir şekilde algılayabildiğimiz bir ortamda, hak ettiği saygıyı, itibarı ve desteği beklemek onun da hakkı. Kariyerinin en büyük eksikliği olan Roland Garros için ise çok istekli ve kendi adıma onun mutlaka bu turnuvayı birgün kazanacağını düşünüyorum. O yıl, bu yıl mı olur bilmem ama o kupayı kaldırıp sevinçten ağlayacağı günlerin oldukça yakın olduğunu hissediyorum.


Roger Federer'i tenis tarihinin gelmiş geçmiş en iyisi yapan sadece kazandığı şampiyonluklar değil. Korttaki asil duruşu, adeta tenis topu ile olan aşkın herkesin kalplerinde bıraktığı derin etki. Estetik ve zerafetin akıl ile birleşmesinin son evrede çift taraflı aşka dönüşmesi gibi bir durum aslında Federer'in bizlere yansıyan görüntüsü. Bu sayede dünyada gittiği her ülkede en büyük desteği, saygıyı görüyor, çünkü insanların hep görmek istediği - bir yerde sanat - görsel şöleni sunuyor. Djokovic de durum biraz farklı. Federer gibi başarısının çıkış yolu AKIL gibi görünüyor ama Sırp tenisçiyi son yılların en iyisi yapan temel etken ise asla sinirli olmayan soğukkanlı yapısı ve lakabı olarak bilinen 'makine'nin keskinliğine bürünen istikrarlı ve şaşmaz çizgisi. Kort içinde bedeni öyle seri işliyor ki, bir o tarafa bir bu tarafa esnediği ve inanılmaz gibi görünen puanları alması hep bu kusursuz işleyen makinenin ezberlenmiş görüntüsünden başka birşey değil. 3 setlik maçlarda kimi zaman ufak tefek sekteye uğrasa da makine 2016'da da yine güçlü bir şekilde yoluna devam ediyor. Djokovic yenilmez mi? Tabii ki hayır ama onu yenmek için o gün rakibinin 'Optimus Prime' seviyesine çıkması şart!





5 Mayıs 2016 Perşembe

Pep - Yarı Final Laneti


Şampiyonlar Ligi tarihinin kesinlikle en başarılı teknik direktörü. 2 farklı takım ile 7 sezonda 2 şampiyonluk ve 5 yarı final. Daha doğrusu 7 sezonun tamamında son 4'e kalmış bir teknik adamdan bahsediyoruz. İstediğiniz kadar dünyanın en büyük 3 takımından ikisini çalıştırdı deyiniz ama Pep, sahip olduğu özelliklerle tam bir taktik deha. Bunu rakamlar ve istatistikler yeteri kadar söylüyor. Bayern Münih yönetimi ve taraftarı onun gidişinin ardından yüksek sesle eleştirecektir, ki kendilerince kesinlikle haklı sayılırlar. Bawyeralılar için şampiyonluk dışında her sonuç başarısızlık olarak addedileceği için de Guardiola, kağıt üstünde başarısız olmuştur.

Pep'in en dikkat çekici istatistiği ise; Şampiyonlar Ligi şampiyonu olamadığı 5 sezonun 4'ünde yarı finallerde kime elendiyse, o takımın o sezonu şampiyon olarak tamamlaması. Barcelona'nın başındayken; 2010'da Mourinho'nun İnter'ine, 2012'de ise Di Matteo'nun Chelsea'sine elendi ve o sezonlarda kupayı bu takımlar kazandı. Bayern Münih'te ise 3 sezon üstüste yarı finallerde İspanyol takımlarına karşı kaybetti. 2014'te elendiği Real Madrid, tam 10 sene sonra mutlu sona ulaşırken, 2015'te de Luis Enrique'nin Barca'sı kupayı müzesine götürdü. Son olarak Simeone'nin kapalı duvarını aşamayan Pep'in yarı final lanetinde acaba tarih tekerrür eder de Atletico Madrid şampiyon olur mu? İşte bunun için biraz daha bekleyeceğiz...

SON 1 AYDA EN ÇOK OKUNANLAR