27 Mart 2017 Pazartesi

İtalya'dan alıp, İtalya'yı geçmek

Arsene Wenger’in artık alışkanlık haline getirdiği Şampiyonlar Ligi son 16 kabusu ve 13 yıldır özlemi duyulan Premier Lig şampiyonlukları dolayısıyla miadını doldurduğu ve istenmeyen adam olduğunu biliyoruz. Hatta son Bayern Münih hezimetinden sonra, bu sezon sonu istifasının gündeme geldiği ve hem artan yaşı, hem de eski heyecanın kalmaması sebebiyle Arsenal’i bırakmasının kendisi ve taraftarları için en doğru karar olduğu ne zamandır dillendiriliyordu. Geçen hafta Arsenal yönetiminin, bu durumun aksine Wenger ile sözleşme uzatmak istemesi ise tüm bu olanların sadece ‘detay’dan ibaret olduğunu ortaya çıkardı. Yine de son dakikalarda ne olur bilinmez, kulübün efsane ismi Henry'nin de adı fazlaca geçmekte...

90'YILLARA DAMGA VURAN LİG : SERİE A

Şimdi Arsene Wenger'e tekrar geçmeden biraz eskilere gidelim. 90’lı yıllarda Serie A, Avrupa’nın en elit futbol ligiydi ve çok önemli yıldızlar orada forma giyiyordu. Özellikle 80'lerin sonu ile 90'ların ilk döneminde; Maradona, Van Basten, Gullit, Zola, Mattheus, Klinsmann, Rijkaard, Baggio, Vialli, Schillaci, Casiraghi, Baresi'li Serie A, açık ara dünyanın en iyisiydi. O dönemde İngilizlerin ligi açıkçası kimseler için fazla bir anlam ifade etmiyordu. 92 yılından 97 yılına olan 6 yıllık süreçte Şampiyonlar Ligi'nin finallerinde sürekli İtalyan kulüpleri vardı. Keza eski adıyla UEFA Kupası'nda da yine İtalyanların ambargosu vardı (89- 99 yılları arasında 8 kez İtalyanlar şampiyon oldu). İngilizlerin 94 Dünya Kupası'na katılamadığı turnuvada İtalyanlar, finalde dramatik bir şekilde penaltılarla Brezilya'ya kaybetmişti. Tarihsel döngüde de zaten İtalyanların 4, İngilizlerin ise üzerinden tam 51 sene geçmiş, sadece 1 Dünya Kupası şampiyonluğu var. İşin daha da ilginç tarafı; Milli Takımlar rekabetinde İngilizler kendilerine Almanya'yı en büyük rakipleri olarak görmüşlerdir. İtalyanlar ise daha çok Fransızları baş rakibi olarak bellemiştir. 
O dönemde Premier Lig’in şimdiki kalitesinden eser yok ve İngilizler, aradaki farkın kapanması adına çoğunlukla Çizme’den transfer yapıyorlardı. Ya İtalya’da son kullanma tarihi geçmiş kanısına varılan futbolcuları yada en sorunlu yıldızları yüksek maaşlar teklif ederek akıllarını çeliyorlar ve bir şekilde güneşin daha az doğduğu (Nainggolan’a selam olsun) Ada topraklarına getiriyorlardı. Bu anlamda başka çareleri yoktu. Futbol üst akılları, altyapıları yoktu ve çareyi Serie A’yı taklit etmekte görüyorlardı. Bu döngüde Ravanelli, Di Canio, Casiraghi, Di Matteo, Gullit, Carbone, Vialli, Zola, Berti, Lombardo gibi İtalya Ligi'nde sürekli kupalar kaldırmış futbolcuların İngiltere’ye gidip oranın futbol kalitesini ve öğretilerini tamamen değiştirdiklerini de ekleyelim. Bir diğer efsane Roberto Baggio ise, Sir Alex Ferguson tarafından astronomik bedellerle çok istenmesine rağmen ikna edilememişti. Sözkonusu bu futbolcuların gittikleri kulüplerin gerek artan yayın gelirleri, gerek de futbol endüstrisinin gelişmesine paralel şekilde Ada'yı seçmeleri çok normal olsa da, gittikleri takımların orta ve küçük ölçekli olması fazlasıyla ilginç görünmekteydi. Zira bu transferlerin başrol oyuncularının bazıları gittikleri takımda küme bile düştüler. İngilizlerin, hala İtalyanlar'ın futbol akıllarından etkilenmelerine günümüzde örnek vermek gerekirse; İngiltere Milli Takımı'nı 2007 ila 2012 yıllarında çalıştıran Fabio Capello, 2012'de Chelsea'yi Şampiyonlar Ligi şampiyonu yapan Di Matteo ile daha geçen sezon bir daha eşine rastlanamayacak başarıda Leicester City'i Premier Lig şampiyonu yapan Claudio Ranieri ile nokta atışı yapabiliriz. Ranieri demişken, haksızca kovulması bir yana, adını 1992 - 1993 sezonunda Premier Lig olarak değiştiren İngiltere'de, geçen 25 sezonda hala bir İngiliz teknik adamın şampiyon olamadığını da kalın puntolarla yazmak, boynumuzun borcu olsa gerekİngilizlerin 90'lı yıllarda nihayet yüzü 99'daki dramatik Şampiyonlar Ligi finalinde Sir Alex Ferguson'un Manchester Unıted'ı ile gülecekti. Bu kupa aynı zamanda Ada futbolunun Avrupa Kupaları'nda tam 15 yıl sonra kazandığı ilk kupaydı.

MAKUS TALİHİ DEĞİŞTİREN ADAM : ARSENE WENGER

Serie A ile Premier Lig’in böylesine hassas dengeler içindeki durumunu, görünen ve yaşanılanın aksine Premier Lig’in lehine bir şekilde ters çeviren ilk kişi Arsene Wenger’den başkası değildi. Arsenal’le 3 kez Premier Lig şampiyonluğu (sonuncusu namağlup) yaşamasının birinci derecede aktörleri olan Henry, Bergkamp ve Vieira’nın transferleri ve sonrasında bu futbolcuların kötü denilecek kariyerlerini zirveye çıkartacak usta hamleleri kısa zamanda yapmak, Fransız teknik adamın kariyerindeki en pozitif göstergelerden biridir. 1993’te henüz 24 yaşındayken İnter’e giden Dennis Bergkamp, burada takımın yönetimsel sorunları ile beraber kendisinin de biraz aşırı içedönük kimliği (uçak korkusu en bilineniydi) ile birleşince iki sezon onun için çöpe gitmiş oldu. Kısacası; Bergkamp gibi zarafetin, klas gollerin ve yeteneğin en güzel şekilde çimlere yansıyan halinin CV’sinde iki sezon tam anlamıyla hayal kırıklığı olmuştu. O dönem Monaco’nun teknik direktörlüğünü yapan Arsene Wenger’in Bergkamp’ı çok istediği bilinen bir gerçekti. Bergkamp, İnter’den ayrılıp Arsenal’e imza attığında artık 26 yaşındaydı. Arsene Wenger ise o dönem bir yıllığına Japonya’da Nagoya takımını çalıştırıyordu. 1996’da Arsenal ile sözleşme imzalayan ve kulüp tarihinin ilk ve tek Fransız teknik direktörü olan Wenger, tam 21 yıldır aralıksız bir şekilde görevinin başında.
Bergkamp’ın potansiyelini ve yeteneklerini en efektif bir şekilde çözümleyen Wenger, onun kariyerinin en iyi yıllarını Ada’da geçirmesini sağladı. Bergkamp’ın sahada olduğu maçlarda, Arsenal hem görsel açıdan hem de akışkan futbolu ile izleyenleri mest ediyordu. Bir sanatçıyı andıran futbol yeteneği ile saha içinde takım arkadaşları için de önemli bir rol model olan Bergkamp, hem gol atıyor, hem de attırıyordu. 1998 ile 2004 arasında Arsenal 3 kez Premier Lig şampiyonluğu yaşadı. (Toplamda 9 kupa)

Patrick Vieira... Henüz 19 yaşındayken geldiği Milan’da şampiyonluk yaşadı yaşamasına ama 5 maç bile forma giyemeden, “yetersiz” damgası yiyerek, henüz 20 yaşındayken, Arsenal’e satıldı. 1998'de bu defa bir diğer 'Patrick' olan Kluivert'ı bir sene denedikten sonra Barcelona'ya satacak olan Milan'ın geleceği göremeden yaptığı tarihsel hatalardan sadece ikisiydi. Wenger’in geldiği ilk sezonda Vieira’da artık sahnedeydi. Oyunu çift yönlü oynayan ve Premier Lig’e gelişi ile beraber önündeki 10 yıllık süreçte defansif ortasaha mevkisinin en önemli temsilcisi olmayı başaran Vieira’nın varlığı ile Arsenal daha sağlam bir karaktere bürünüyordu. Hem artık Bergkamp'ın sürekli geriye gelmesine de gerek yoktu. Vieira ortasahada yeri geldiğinde iki kişilik bir mücadele sergiliyordu. Şimdi de sırada, Bergkamp’ın olağanüstü pasları ile buluşup düzgün gol vuruşları yapacak bir santrfor aramak lazımdı. Bu kişi, Wenger’in onu Monaco alt yapısından tanıdığı Thierry Henry’den başkası değildi. Juventus’ta geçirdiği tek sezonda potansiyelinin aksine sol çizgiye mahkum edilen golcü, ne kadar çabalasa da verimli olamadı. Wenger, bu durum karşısında kozunu kullanarak, Henry’e 1999 yılında 11 milyon pound ödeyerek Londra’ya getirdi. Henry, öylesine bir kariyer bıraktı ki ardında, kulüp tarihinin en çok gol atan futbolcusu olması bile kendisini anlatmaya yeter. Şampiyonlar Ligi tarihinin en golcü oyuncularından biri olmasının yanı sıra, olağanüstü golleri, zarif tekniği ve usta son vuruşları ile zaten futbol severlerin son 20 yılda gördüğü en iyi 10 santrfordan birisi kendisi.

SONUÇ 

Uzun lafın kısası, Serie A ile Premier Lig arasında 90’lı yılların başından sonuna kadar giden süreçte aradaki tüm kalite farklarını eşitleyen; Premier Lig’in Serie A karşısında hem pazarlama, hem zengin futbolcu portföyü, hem de oynanan oyunun kalitesi anlamında aynı güce sahip olup, hatta sonraki dönemlerde geçmesine ön ayak olan kişinin adıdır, Arsene Wenger. 2005 yılında Patrick Vieira, misyonunun bitmesi sebebiyle Juventus’a 14 milyon pounda satıldığı an, Premier Lig’in Serie A karşısında en üst mertebeye çıktığı vesika olarak tarihe geçebilir. Bir anlamda “İtalya’dan alıp, İtalya’yı geçmek” tam da yaşanılanların başlığıydı. Arsene Wenger, Ada’ya geldiği zaman sonrası 10 yıl içerisinde Premier Lig’e sınıf atlattırdı ve Serie A’yı her anlamda geçmelerini sağlayan baş aktörlerden biri oldu. Günümüzde Serie A, tablonun tersine dönüşen bu farkı fazlasıyla kapattı diyebiliriz. Pogba hamlesi bunun en güzel örneklerindendir. Biri Sir Alex Ferguson mu dedi? Onu ve '92 sınıfını'da bir daha ki yazılarımızda anarız.

*** Yazıda Ali Ece'nin "Ayak Oyunlarından Akıl Oyunlarına Futbol" adlı kitabından esinlenme yapılmıştır.

22 Mart 2017 Çarşamba

ATP Masters1000 Turnuvaları


Tenis sporundaki en büyük organizasyon, herkesin malumu, Grand Slam turnuvalarıdır. Bunu, sezon sonu klasmandaki ilk 8 tenisçinin katıldığı ATP Dünya Turu Finalleri takip eder. Bu iki büyük organizasyondan sonraki en prestijli ve değerli turnuva ise Masters1000 şampiyonalarıdır ve katılımcılara, sıralamadaki yerleri adına yüksek puanlar ve beraberinde büyük maddi ödüller kazandırırlar. Gerçi profesyonel anlamda tenisçilerin paradan daha ziyade prestij, başarı ve şampiyonluklar peşinde olması daha mantıklı bir nedendir. 2007 yılına kadar çoğu Masters1000 turnuvaları beş set üzerinden oynanırdı ve haliyle yoğun olan takvimde tenisçileri de çok yorar ve sakatlanma risklerini artırırdı. 2007'deki yoğun itirazlardan sonra 3 set üzerinden oynanmaya başlanan Masters1000 turnuvaları, en üst düzeyde tenisçilerin katılımları ile beraber bir Grand Slam şampiyonası tadında devam etmektedir... ATP Masters1000 turnuvalarında bugüne kadar en çok şampiyonluk kazanan tenisçi 30 kez ile Novak Djokovic. Sırp raketi 28 şampiyonlukla Rafael Nadal, 26 ile Roger Federer takip ediyor. (03.04.2017 itibariyle) 

2016'nın ikinci yarısını sakatlığından dolayı pas geçen Roger Federer, 2017'ye rüya gibi bir başlangıç yaptı. Önce efsane finalde ezeli rakibi Rafael Nadal karşısında Avustralya Açık'ta kazanarak 18.Grand Slam şampiyonluğuna erişerek rekorunu geliştirirdi. Son olarak ise İndian Wells'teki Masters1000 zaferi ile 90. tekler şampiyonluğunu elde etti. Federer'in Masters1000 alanında kariyerinin 25. şampiyonluğunu kazandığı İndian Wells ile beraber ortaya enteresan bir istatistik daha çıktı.

FEDERER, AMERİKA'YI SEVİYOR...

Yandaki fotoğraftan da görebileceğiniz gibi Federer'in 25 adet Masters1000 şampiyonluğunun 16 tanesi, yani % 65'lik bölümü Amerika kıtasında gerçekleşti. Zaten 18 Grand Slam'inin 5 tanesini de Amerika Açık'tan elde ettiğini de hatırlatalım. Bu gerçekten de muazzam bir oran. Bir yıllık ATP sezonunda toplamda 9 adet Masters1000 turnuvası var ve bunların 4 tanesi (% 45) Amerika kıtasında. Bunlar; Cincinnati, İndian Wells, Miami ve Montreal. Çok ilginçtir ki, bu 4 turnuvanın da zeminleri serttir ve turnuvalar ikili şekilde ard arda oynanmaktadır. Yani geçen Pazar İndian Wells'te vatandaşı Wawrinka'yı yenerek şampiyon olan Federer, bu turnuvadan yalnızca 4 gün sonra Miami Masters'da da mücadele edecek. Bu yazı kaleme alınırken Miami Masters da başlamış bulunmakta ve Federer; Murray ve Djokovic'in olmadığı bu turnuvanın favori isimlerinden biri. Aynı şekilde bu yıl 7 Ağustos'ta Kanada'daki Montreal Masters'tan hemen sonraki haftada Cincinnati Masters'ın başlayacağını belirtelim. 

Federer'in 25 Masters1000 şampiyonluğunda Cincinnati ve İndian Wells'in önemi çok büyük. Toplam 25 şampiyonluğunun 12'si, yani neredeyse yarısı bu iki turnuvadan geldi. Sert zeminde en az çim zemindeki gibi iyi oynuyor ve yeni oyun tarzına, başta yeni denebilecek hocası İvan Ljubicic'in önderliğinde çabuk adapte oldu ve olumlu yansımalarını da kısa sürede görmeyi başardı.

ATP Masters1000 turnuvalarını kazanan tenisçiler
Hatırlatmakta fayda var. Daha önce Masters1000 kategorisinde yer alan Hamburg, 2009 yılında Masters500 seviyesine düşürüldü ve yerine sert zeminde oynanan Shanghai Masters eklendi. Böylelikle Avrupa ve Amerika kıtasından sonra ATP takvimine Asya kıtasından da bir Masters1000 turnuvası eklenmiş oldu. Shanghai Masters aynı zamanda, turnuva geliri en yüksek Masters şampiyonası niteliğinde. Turnuvanın başlangıç tarihi ise 8 Ekim.

4 tane ve ikili gruplarda üst üste sert zeminde oynanan Amerika kıtasındaki Masters1000 turnuvalarından sonra Avrupa'daki 4 turnuvaya da bir göz atalım. Sezonun Avrupa'daki ilk Masters1000 turnuvası 16 Nisan'da Monaco'daki Monte Carlo Masters. Toprak zeminde oynanacak olan bu turnuvanın bitmesinden 15 gün sonra ise önce 7 Mayıs'ta Madrid'de, hemen ardından 14 Mayıs'ta da Roma'da toprak zeminde Masters1000 turnuvaları oynanacak. Sezonun ikinci Grand Slam turnuvası olan Roland Garros'a (28 Mayıs'ta başlıyor) ön hazırlık anlamına gelen bu 2 Masters1000 turnuvası tenisçiler için önemli bir prova niteliğinde. Rafael Nadal'ın kazandığı 28 ATP Masters1000 turnuvasının 21 tanesinin (% 75) toprak zeminde alması, kendisine neden "toprağın kralı" denmesinin en önemli kanıtlarından. Ayrıca Nadal'ın 14 Grand Slam şampiyonluğunun 9 tanesi de Roland Garros'tadır. ATP takviminin en son Masters1000 turnuvası ise Ekim ayının sonunda başlayacak olan Paris Masters turnuvası ve sert zeminde oynanıyor.

Görüldüğü gibi; Federer'in Monte Carlo ve Roma'da... Nadal'ın Miami, Paris ve Shanghai'de... Djokovic'in Cincinnati'de... Murray'in ise İndian Wells ve Monte Carlo'da henüz şampiyonluğu bulunmuyor...

----> Ek olarak; 2008'den bu yana ATP Masters1000 turnuvalarının % 88'ini 4 raket kazandı. Djokovic 28, Nadal 19, Murray 14 ve Federer 12 kez şampiyon oldular.

*** Yazı, Miami Masters sonrası 3 Nisan 2017'de güncellenmiştir.

18 Mart 2017 Cumartesi

18.06.2002 İtalya - Güney Kore

Japonya / Güney Kore ortak yapımı 2002 Dünya Kupası İtalya için, özellikle de takımın ağır abileri için güzel başlamıştı ki, son 16 turunda Ekvador'lu hakem Moreno Byron ve yardımcıları sahne alıp her şeyi berbat edene kadar. Byron'un o gün verdiği kararlar, futbolun en büyük organizasyonuna yakışmayacak düzeydeydi ve sonuçta İtalya'nın elenmesine sebebiyet vermişti. Karşılaşmaya o zamanki klasik savunma tertibi ile başlayan Trapattoni'nin öğrencileri ilk yarıdan Vieri ile golü bulunca skoru korumaya kalktı. Kore'lilerin evlerine dönmeye niyetleri yoktu ve tabelayı değiştirmek için yaptıkları baskı ise muazzamdı. 88'e kadar 1-0 önde olan Gök Mavililer, o dakikada gol yiyince maç uzatmalara kaldı. 103'te Totti ceza alanında sağ çaprazda düşürülünce herkes hakemden penaltı kararını beklerken, Ekvadorlu olay yerine hızlıca koşarak geldi ve sol üst cebinden çıkardığı sarı kartını Totti'ye çıkardı. İlk yarıdan da kartı bulunan Francesco oyundan atıldı. Kenarda Trapattoni yerinde duramıyor, önüne gelene bağırıp çağırıyordu. Bir pozisyon ancak bu kadar yanlı(ş) yorumlanabilirdi.
Ekvador'lu hakem Moreno Byron, Totti'ye ikinci sarı kartını çıkarıyor.
İtalya buna rağmen ev sahibi Güney Kore karşısında birkaç dakika sonra önemli bir pozisyon daha buldu. Tommasi, Vieri'nin ara pası ile kaleci ile karşı karşıya kalıp, onu da geçip boş kaleye topu yuvarlayacakken bu defa da yan hakem ofsayt bayrağını kaldırmaz mı? Artık bizlerde ekran başında hakemlerin ev sahibi Güney Kore'nin kazanması için programlandığını düşünmeye başlamıştık. İki büyük hata sonrasında Güney Kore 117'de o dönem İtalya'da kiralık olarak Perugia forması giyen Ahn'ın kafa vuruşu ile golü atınca (altın gol uygulaması olduğu için maç bitti) film tamamen koptu ve Çizme halkı derin bir yasa boğulup evine dönmek zorunda kaldı. Hiddink'in Güney Kore'si çeyrek finalde bir diğer dev ülke İspanyollarla eşleşmiş, büyük bir sürprize imza atarak (yine şaibeli kararlar vardı) 120 dakikada 0-0'ı koruyup penaltılarla rakibini elemişti. Yarı finalde Almanlara da uzun süre dayanmalarına rağmen Ballack'ın golüne engel olamadılar ve elendiler. Üçüncülük maçında ise kupa tarihinin en erken golünü Hakan Şükür'ün attığı maçta onları 3-2 yenmiş, Şenol Güneş yönetimi ile Dünya Kupası tarihimizin en büyük başarısını tarihe yazdırmıştık.




33 yaşındaki Moreno Byron ise daha sonra ülkesinde yönettiği bir maçı gereksiz yere 13 dakika uzatarak 3-2 mağlup olan takımın maçı 4-3 yenmesine ön ayak olmuş ve akabinde federasyonu tarafından tam 20 maç ile cezalandırılmıştı. Zaten sonrasında hekemliği bırakma kararı aldı ve unutulup gitti. Olan, son dönemlerin belki de en güçlü İtalya'sına olmuştu. 30 yaşının üzerinde sadece kaptan Maldini (34) bulunan İtalya'da; Buffon (24), Cannavaro (29), Nesta (26), Zambrotta (25), Tommasi (28), Pirlo (23), Totti (26), Vieri (29), Del Piero (28) ve İnzaghi (29) gibi en olgun çağlarında futbolcular vardı. Hırslı İtalyanlar, 4 sene sonra bu defa Almanya'da düzenlenen 2006 Dünya Kupası'nda finalde Fransa'yı efsane maç sonrasında penaltılarla yenip şampiyon olacak, Ekvador'a da selamlarını yollayacaktı...

15 Mart 2017 Çarşamba

Tenis tarihinin en iyileri

Tenis sporunu tüm dünyaya sevdiren en ünlü tenisçileri, hoş bir müzik eşliğinde hatırlamak ister misiniz? Gözlerinizden bir film şeridi gibi geçecek olan fotoğraflarla ilgili mutlaka hatırlamak isteyeceğiniz anılarınız da olacaktır.

Videomuzda kimler yok ki? Yakın dönemin tenisçilerinden Federer, Nadal, Djokovic, Murray, Wawrinka, Serena, Sharapova, Hingis gibi isimlerin yanı sıra biraz daha eski dönemden Sampras, Becker, Graf, Seles gibi efsane isimler var. Daha da eskilere gittiğimizde ise Lendl, Evert, Navratilova gibi unutulmaz isimler bizleri karşılayacak.

Hazırsanız turumuza başlayalım.


Bu arada videoyu izledikten sonra kanalıma da abone olmayı unutmayın...

13 Mart 2017 Pazartesi

Taraftarlar


Taraftarlar...

Futbolda en çok sömürülen ve soyulan kitle, taraftardır.

Neden mi?

* Gerçekler hiçbir zaman taraftara tam olarak anlatılmaz.

* Yönetim ve futbolcular başarısız iken, hala taraftara seslenip, maça gelmeleri istenir.

* Kulüp yanlış yönetilip borç batağına saplandığında, taraftarlardan kulübe maddi destek beklenir. Forma ve benzeri ürünleri satın almaları istenir.

* Soğukta, karda, kışta yollarda, tribünlerde her türlü cefayı yine taraftar çeker.

* Yöneticilerin yediği her türlü haltı yine ilk olarak taraftar öder. Taraftar sabreder ama unutmaz. Gidişat ve sistem düzelmez ise, yeri geldiğinde tepkisini en ağır şekilde ortaya koyar.

* Taraftar, takımın hep on ikinci adamıdır ama onlar da başarı ister, doğru vaatler ister, arkalarında duran güçlü yönetim, ruhu ile mücadele eden futbolcular ister. Oğlu, kardeşi yaşındaki futbolcuların milyon dolarları götürdüğü bu fazlasıyla abartılmış ortamda, kendilerinden daha fazla 'yürek' isterler.

* Taraftar, maç günü; "Bugün günlerden ....." deyip büyük bir enerji ile stada koşar. İki saat boyunca kah derdini unutmak için, kah moral depolamak için tribünde yerini alır. Tuttuğu, gönül verdiği, ömrünü harcadığı takımına destek için hep ordadır zaten. 

* Taraftar, verdiği paranın hakkını bekler. Taraftar, takımı kaybetse de takımını satmaz, yarı yolda bırakmaz. 

....................................................................................

Hiçbir şey karşılıksız değil ve bu saatten sonra seni kandıran, sömüren, susturan, gaza getiren kişi yada kişilere karşı artık sesini yükselt, gözünü aç ve tuzağa düşme!

* Bu yazı, herhangi bir takım için değil; Türkiye'deki taraftarların genel kimliğine göre kaleme alınmıştır. - 

*** Bu yazı, Serdar Sözkesen'in www.futbolarti.com da yayınladığı yazıdan alıntı içermektedir... 

6 Mart 2017 Pazartesi

Champions League classic : Barcelona - PSG

Bir Şampiyonlar Ligi klasiği haline gelen Barcelona - PSG karşılaşmalarının tarihsel sürecinde bakalım hangi görüntüler videomuza takılmış? İbrahimovic'ten Xavi'ye, Messi'den Lavezzi'ye, Puyol'dan David Luiz'e, Suarez'den Neymar, Cavani, Beckham'a kadar kimler var kimler?

O zaman daha fazla beklemeden videomuza geçelim. Videoyu izledikten sonra kanalımıza abone olabilir; futbol, basketbol ve tenis alanında en son videoları herkesten önce izleyebilirsiniz. 

İyi seyirler...


2 Mart 2017 Perşembe

Champions League classic: Arsenal - Bayern Munich

Şampiyonlar Ligi'nde Arsenal - Bayern Münih eşleşmeleri artık klasik haline geldi ve bu eşleşmeler Bayern Münih adına 'tur', Arsenal adına ise daha çok 'hüzün' barındırıyor. 2005'ten bu yana Şampiyonlar Ligi son 16 turunda tam 4 kez birbirlerine rakip olan ve tamamında Bawyera'lıların çeyrek finale yükseldiği maçlardaki en güzel fotoğraflardan bir video hazırladım sizlere.

Youtube kanalımın da aktif olması ile beraber, bundan böyle bu tarz videolar daha fazla hazırlayacağım. Özellikle Şampiyonlar Ligi eşleşmelerindeki takımların geçmiş maçlarını daha kaliteli fotoğraflar, müzikler ve kompozisyon eşliğinde sizlerin beğenisine sunacağım. Böylelikle geçmişte güzel bir yolculuk yapmış, efsane futbolcuları da anmış olacağız. Sizler de beğenmeniz halinde kanalıma abone olabilir, yeni videoları herkesten önce izleyebilirsiniz diyelim ve Arsenal - Bayern Münih maçlarını gelin hep beraber tekrar hatırlayalım.