31 Ocak 2013 Perşembe

Neden Olmasın? Pep Münih - Mou Dortmund...

Dünya Futbolu'nda her ne kadar Messi ve Ronaldo rekabeti kadar olmasa da son yıllarda bir Guardiola - Mourinho rekabeti de vardır. 'Dünyanın en başarılı teknik direktörü' ile 'dünyanın en yetenekli teknik direktörü'nün bitmek bilmeyen akıl oyunlarıdır futbolseverleri de fazlasıyla heyecanlandıran... 

Barcelona ile 4 yılda almadık kupa bırakmayarak erişilmesi güç bir rekora imza atıp tam 14 kupa kaldıran Pep ve gittiği her kulüpte başarılı olan ve tek amacı olan 3 farklı kulüple Avrupa'nın en büyüğü olma arzusunu yerine getirmeden ölmeyeceğine kendisine inandırttığı dahi Portekizli Jose Mourinho... Hatta öyle ki Mourinho'dan sonra İnter çöküşe geçmiş, Chelsea ise bir süreliğine tökezlemişti. Porto ve İnter ile Avrupa'nın 1 numaralı kupasını kucaklayan Jose, Galacticos ile bu amacına ilk 2 yılda ulaşamadı. Tüm futbolseverler tarafından dünyanın en iyi takımı kabul edilen Barcelona karşısında henüz kayda değer bir üstünlük kuramadı.
Eflatun - Beyazlılardaki ikinci senesinin sonunda en büyük ezeli rakibi Guardiola'nın kendi deyimiyle teknik direktörlük kariyerine 'ara' vermesiyle aslında eline bir şans geçmişti. Ama işler hiç de istediği gibi gerçekleşmedi. Vilanova'nın Barca'sı La Liga tarihinin en iyi lig başlangıcını yaptı ve ilk yarı bitmeden rakibine 15 puanlık telafisi zor bir fark attı. Hatta sivri dilli ve içindekini çabukça dışarıya vuran kimliğiyle tanıdığımız Mourinho'da bu tablo sonrası Barcelona'yı şampiyon ilan etmişti. Jose için tek seçenek artık, en büyük arzusu Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu kalmıştı. Bunu da başaramazsa gittikçe artan Madrid medyasının baskısına gerek kalmadan kendisi görevi bırakır diye düşünüyorum...

Avrupa'nın son yıllardaki belki de en yükselen değeridir Almanya Bundesliga... Mücadelesi, oyun yapıları, tribünlerin tamamının dolması, kulüplerin yönetiliş biçimleri, kulüplerin son yıllarda Avrupa'daki topyekün başarı ortalamalarının yüksekliği ile çoğu teknik adamın gözdesi ve her futbolseverin de ilgiyle takip ettiği bir lig oluverdi. 
ve 16 Ocak 2013'de kimselerin beklemediği bir anda Alman 'Dev'i Bayern Münih, 2013-2014 yılı başından itibaren Guardiola ile anlaştıklarını tüm dünyaya açıklayınca bu ligin de marka değeri iyice su üstüne çıkıvermişti... Pep'in sağ gösterip sol ile vurduğu yani herkesin Ada yoluna gideceğine kesin gözüyle bakıp Almanya yolunu seçmesine Wenger"Guardiola ile birkaç kez konuşmuştuk ve kendisi bana İngiltere'de çalışmak istediğini söylemişti. Almanya'ya gitmesine şaşırdım" derken Ferguson ise "Bunu beklemiyordum çünkü bugüne kadar tüm konuşmalar İngiltere'deki kulüpleri işaret ediyordu. Ama bir teknik adam olarak, Bayern Münih'i geri çevirme şansınız çok düşüktür çünkü onlar Avrupa'nın en iyi yönetilen ve en büyük kulüplerinden biri. Harika bir şehir, harika bir stadyum, harika taraftar, harika oyuncular..." şeklinde yorum getirdi...

Evet Guardiola bir yerde Barcelona'ya en yakın futbol oynayan, kurulu bir düzeni olan, adeta makina işleyişinde bir futbol oynayan ve son 3 sezonda 2 kez Ş.Ligi finali başarısı gösteren kaliteli bir takımı seçmişti. Mourinho ise Pep'in bu seçimine, "Bu konuda yorum yapmak istemiyorum. Herkes kendi kararını kendi vermeli. Kasıtlı olarak mı benim yer almadığım bir lige gitmeye karar verdi, bilmiyorum. Fakat ben hiçbir zaman Almanya'ya gitmem. Bu konuda daha fazla söyleyecek şeyim yok." ifadelerini kullansa da bu sezon Ş.Ligi'ni kazanamazsa olası bir ayrılığın ardından bir sonraki tercihinin Almanların son yıllardaki en büyük çıkış yapan takımı Dortmund'un başına geçip Pep'in rakibi olursa hiç şaşırmam :)
Hem daha düne kadar Real Madrid taraftarları arasında yapılan anketlerde de Jose'nin yerine Dortmund'un başarılı teknik direktörü Klopp'un da adı geçmişken iki teknik adamın yer değiştirmesi ve Pep ile Mou'nun farklı bir ligde bir kez daha rakip olmasını şahsen ben isterim. Zira Mou, Bayern'den hiç de aşağı kalır bir kadroya sahip olmayacak ve kesinlikle de transfer yapıp Bayern'e kafa tutacaktır. 

Sonrasında neler olacağını bekleyip göreceğiz. Mou, bu sıradışılığıyla bundan sonra ne yapsa sürpriz değildir. Ama alacağı her kararın merkezinde her zaman (Madrid ile olmazsa) farklı bir takımla bir Ş.Ligi Şampiyonluğu ve bu kupayı alırken de içinde Barcelona galibiyeti hep olacak...

22 Ocak 2013 Salı

Değiştirilemeyen Talihler…

Ne yapsalar olmuyor. Çok iyi oynasalar da sonunu getiremiyorlar. Artık psikolojik olarak rakiplerine teslim olmuş durumdalar. Sanki ne yapsalar da kazanamayacaklarını biliyormuşçasına sahada mücadele ediyorlar. Ya top onları sevmiyor, yada o gün rakiplerini yenmek onlar için gerçekten de pek mümkün değil…

Beşiktaş – İ.B.Belediyespor

Evet, bu talih değişir mi bilmem ama Beşiktaş, son 5 yılda kimseden çekmedi İBB’den çektiği kadar… İBB’nin süper lige çıkmasından sonra 14 resmi maç ve sadece 2 galibiyet, 8 beraberlik ve 4 mağlubiyet… Beşiktaş aynı zamanda Belediye’nin sahası olan Olimpiyat Stadı’nda oynadığı 7 maçta hiç kazanamadı, 4 kez kaybetti… Belki toplamda iki takım arasında galibiyet olarak fazla fark yok ama saha içindeki psikolojik üstünlük hep Belediye takımından yana. Maç sonlarında ise artık klişeleşen benzer manşetler : “Belediye yine çalıştı”, “Belediye enkazı” vb…


Beşiktaş o kadar şanssız ki, son maçta skor 2-1 iken Belediye’li Doka’nın orta alanda topu elle düzeltmesini hakem görmemiş, ardından bu da yetmezmiş gibi Brezilya’lı oyuncunun vurduğu şut Sivok’un sırtına çarpıp kaleciyi ters durumda bırakarak gol olmuş ve Beşiktaş için makus talih bir yerde yine değişmemişti. Beşiktaş’lı Sivok dahi 2-2 biten maçın ardından, Şansımız İBB'ye karşı tutmuyor. Ben beş senedir Beşiktaş'ta oynuyorum ama İBB'yi sadece bir kez yenebildik. Bugünkü maçta iyi oynadık ama talihsiz goller yedik. Daha çok gol şansı bulan taraf bizdik. Aslında attığım golü galibiyetle değiştirmek isterdim. Keşke golü ben atmasaydım ama biz kazansaydık." şeklinde konuşarak durumun özetini çıkarmıştı.

Manchester Unıted - Arsenal

Peki bu psikolojik zaaf konusunda Beşiktaş’tan daha beter takımlar yok mu? Şimdi sıkı durun. Daha 1,5 sene önce Old Trafford’da ezeli rakibi Arsenal’i tarihe geçen maçta 8-2 yenen M.Unıted’ı bilirsiniz. İki takım arasındaki maçlara da şöyle bir baktığımızda Arsenal için tablonun son yıllarda çok ama çok kötü durduğunu görmekteyiz. Hatta psikolojik zaafın, çöküntünün ve çaresizliğin resmidir bu aynı zamanda…


Manchester Unıted – Arsenal… Ada futbolunun sayılı büyük derbilerinden… Hatta dünyada da fazlasıyla ratingi olan büyük derbiler arasında… Fakat iki takımın son yıllarda yaptıkları maçların sonuçları baz alındığında M.Unıted, bir derbi maçı değil de sıradan bir takımla oynuyormuşçasına sonuçlar almakta… Aralarında yaptıkları son 10 resmi maçın (klasiktir ya 10 maç olayı) 8’ini MANU kazanırken Arsenal sadece 1 kez kazanabilmiş. Son 15 maçta ise (son 5 yılda) durum daha da kötü : 11 Manu, 2 Arsenal galibiyeti… Dikkatli gözlerden kaçmayan nokta ise, Beşiktaş – İBB maçlarının aksine iki takımın son maçlarında beraberlik sonucunun neredeyse hiç çıkmaması…

Tablonun bir diğer dikkat çekici ayrıntısı ise; Arsenal, M.Unıted’ı Old Trafford’da en son 2006’da 1-0 mağlup ettikten sonra o statta oynadığı 9 maçın 8’ini kaybederken sadece bir tanesinden puan almış (0-0)… Son olarak bir de takımın adı ile de özümsenen Arsene Wenger’in penceresinden olaya bakarsak; Wenger takımın başında 17.sezonunu yaşıyor ve ezeli rakibi Alex Ferguson'un M.Unıted'ı ile bu süre içerisinde oynadığı 40 maçta sadece 8 galibiyet alırken tam 21 kez de sahadan başı önde ayrıldı…

twitter.com/serdarsozkesen

17 Ocak 2013 Perşembe

Geç kalınmış bir Messi yazısı...

1,5 yılı aşkın süredir aktif olarak blog yazıyorum ve 50'ye yakın 'blog'um var. Fakat geçen gün düşündüm, bunca zaman blog yazmışsın ama boşa... Neden mi? Bir Messi 'blog'un bile yok dedim kendime... Bu nedir yahu? Bir de 'blog'cuyum diye geçiniyorum dedim sağda solda :)

Bir şeyler karala da bir Messi 'blog'un bile yok demesinler diye düşündüm sonra. Belki ileride Messi 'blog'u olmayanları 'blog'culardan saymayacaklardı, kimbilir :)) İçeriği fazla önemli değil, yeter ki bir Messi fotoğrafı ve onun ne kadar büyük bir futbolcu olduğunu belirten süslü birkaç cümle yazayım da bu yükten kurtulayım dedim içimdeki huysuz yazara...

"Ülke olarak en büyük şanssızlığımız, o Barcelona forması giydikten sonra hiçbir Türk takımının Barcelona ile aynı gruba düşmemesi ve onu çıplak gözle izleyememiş olmamız..."


Bir futbol fenomeni... Aslında onu bir şekilde izlediğimiz / izleyebildiğimiz için çok ama çok şanslıyız. Düşünsenize şu an bu tarihlerde doğan çocuklar MESSİ adındaki futbolcunun sadece adını bilecek, sadece "nostalji günleri"ndeki futbol programlarında izleyebilecek onu yada internetteki videolardan görecek maharetlerini. Asla canlı şekilde izleyemeyecekler olağanüstü tekniğini, süratini ve akıl almaz gollerini... Ha, ileride onların zamanında okul müfredatında 'Messi Olmak' adlı seçmeli bir ders koyarlar da belki, o sayede biraz daha iyi anlarlar ve yaşarlar süper starı...

"Messi, bu adam neyin nesi" dedirtecek kadar fantastik gollere imza atan, neredeyse tüm rekorları kıran, kendi rekorlarını dahi zorlayan (Geçen sezon La Liga'da 50 gol atmıştı, bu sezon daha 19 maç var ve 28 gole ulaştı), saha içinde olduğu kadar saha dışında da fazlasıyla mütevazi, örnek bir profesyonel... Gençlere "görün de herşeyiyle örnek alın" diyeceğiniz tek futbolcu, pardon futbol sihirbazı...


Pele, Maradona şöyle dursun Messi yanlışlıkla bir Dünya Kupası kaldırırsa ertesi gün tüm ansiklopedilerde "Dünyanın En İyi Futbolcusu" adlı bir deyim açılıp içine Messi konacak, yazılı ve görsel medyada "Tüm Zamanların En İyi Futbolcusu" olarak anılacak ve günlerce, haftalarca hatta aylarca konuşulacak ve "Kim daha iyi?" sorusuna belki de ilk defa bu kadar net bir cevap verilecek, bu sorularla artık gündem gereksiz yere meşgul edilmeyecek...





Rekortmenliğini, aldığı sayısız ödüllerle pekiştiren ve kelimelerin dahi onu anlatmakta çoğu zaman yetersiz kaldığı sıradışı bir futbolcu Lionel Messi... Futbolun görsel tarafına yüklediği buram buram estetik kokan hareketler, frikikten, sağdan soldan, yeri geldiğinde 5-6 futbolcuyu birden çalımlayarak attığı fantastik goller ve daha fazlası... Avrupa ve Dünya Futbolu'na koyduğu ambargo... Hatta ve hatta birkaç yıldır karşılaştırıldığı Cristiano Ronaldo'nun dahi performansını varlığıyla en yüksek seviyelere çıkartacak kadar da bu dünyaya fazla bir futbolcu, pardon uzaylı...
"Futbol topunun ona olan aşkından, bir dakika bile yanından ayrılmak istemediği tek futbolcu..."
Messi gerçekten de artık çok olmaya başladı... En son bir takvim yılında attığı 91 golle bize efsane oyun CM 01-02 oyunundaki günlerimizi anımsatan (rekor hala bende, bir sezonda Nistelrooy ile 95 gol atmıştım :D) ve üstüste 4.kez Ballon d'Or ödülünü de kucaklayan bir Barcelona ve Dünya Efsanesine yakın zamanda Neymar dahil hiçbir futbolcunun 'dur' diyeceğini düşünmüyorum. 

Son olarak Messi'nin FİFA Ballon d'Or ödülünü alıp, yaptığı açıklamaları da gördükten sonra kendisini ne kadar iyi tanıdığını, öz benliğinde asla bir şımarma belirtisi dahi olmadığını ve bu noktaya gelmesine önayak olan yapıtaşlarına da haklarını en güzel şekilde teslim ettiğini net olarak görebiliyoruz :


"Doğrusunu söylemek gerekirse bu inanılmaz. Bu ödülü dört kez kazanmanın sözlerle tarifi yok. Bunun için Barcelona'dan ve milli takımdan takım arkadaşlarıma, özellikle Andres İniesta'ya teşekkür etmek istiyorum. Bu ödülde hocalarımın ve ailemin payı çok büyük, karıma ve çocuklarıma da çok teşekkür ediyorum."


twitter.com/serdarsozkesen

11 Ocak 2013 Cuma

Valencia V David Albelda...

Bana "İspanya Ligi'nde Barcelona ve Real Madrid'den sonra hangi takımları sayarsanız" deseniz, ben ilk olarak Valencia'nın adını söylerim. Tamam son 4 yılda A.Madrid özellikle Avrupa'da çok önemli işler yaptı (2 UEFA Avrupa Ligi, 2'de UEFA Süper Kupası Şampiyonlukları) ama benim bu ligi takip etmeye başladığım son 15 yıllık sürece baktığımda Valencia'nın A.Madrid ve Sevilla'ya oranla bir - iki adım önde İspanyanın 3.büyüğü olduğunu söyleyebilirim (Tabii siz bu yazıyı okuduğunuzda dengeler değişebilir)...




Son 5 yıllık süreçte ülkesine Avrupa'da fazla puan kazandıramasalar da her daim ülkelerinin en renkli takımlarından biri olmayı başardılar. Her takım gibi onların da altın jenerasyonlarının olduğu 1998 - 2005 yılları arasına muazzam başarı hikayeleri sığdırdılar. Özellikle 2004 yılında alınan 3 kupa (La Liga - UEFA Kupası - UEFA Süper Kupası) bu altın kadronun en verimli meyveleriydi. Kadrolarında her daim büyük yıldızlar oldu. Hep zirveye oynayan oyun sistemleriyle sürekli 'baş'a oynadılar ve zamanı geldiğinde de büyük takımlara büyük yıldızlar sattılar...



Benim fazla ayrıntıya girmeden altını çizmek istediğim kişi ise bir Valencia efsanesi David Albelda... Yukarıda da belirttiğim gibi Valencia'yı 15 yıla yakın süreçtir takip ediyorum ve bu sürecin başından itibaren günümüze kadar forma giyen (492 maç) tek bir isim var, o da futbol hayatına bu kulüpte 'merhaba diyen' Albelda. Mevkiisi gereği (Defansif Ortasaha) tamam bir Vieira olamadı hiçbir zaman ama takıma birçok oyuncu geldi ona rakip olarak, onun yeri ise kolay kolay hiç değişmedi. Savaşçı ve inatçı yapısıyla takımın başına hangi teknik direktör gelirse gelsin sezon başı 25 maçın üzerinde ilk 11 ortalaması tutturdu. Bir ara 2007'de Koeman yönetiminde gözden düşürülmek istense de Unai Emery geldikten sonra yine takımın vazgeçilmezi olmayı başardı. Takımın bayraktarı, neferi, en zor anlarında gemisini asla terk etmeyen gerçek bir 'kaptan'dı O...

"Albelda, Barcelona'nın Puyol'udur..."


Kariyerinin en parlak dönemini Cuper ve Benitez'in takımın başında olduğu 2000 ile 2004 yılları arasında geçirdi. Şimdilerde 35 yaşında olan emektar Albelda, pozisyonundaki bolluğun (Xavi, İniesta, Busquets, Alonso, Fabregas) nispeten fazla olmadığı dönemlerde de İspanya Milli Takımı'nda 52 kez forma giydi... 


Albelda'nın Valencia'da oynadığı süreçte takıma hangi yıldızlar gelmedi ki? Hangilerini saysak ki? Şüphesiz David Albelda bu yönden bakılacak olursa fazlasıyla şanslı ve bir o kadar da kariyerli... İşte Albelda'nın 15 yıllık süreçte beraber forma giydiği 'elit' yıldızlar :


Canizares, Mendieta, Angulo, Ayala, Marchena, Kily Gonzalez, Cladio Lopez, Baraja, Vicente, Pablo Aimar, Carew, Rufete, Raul Albiol, Del Horno, David Villa, David Silva, Joaquin, Morientes, Manuel Fernandes, Banega, Juan Mata, Jordi Alba, Pablo Hernandez, Tino Costa ve Soldado...


2010'dan... Baraja, Pablo Hernandez, Marchena, Albelda, Banega, David Villa, Mata, Zigic...

3 Ocak 2013 Perşembe

10'lara Olan Özlem...

90’lı yılların tamamı ve 2000’li yılların ilk 7-8 yıllık sürecinde daha çok 10’lar konuşuldu, 10'lardı gazetelerin manşetleri, 10'lardı transfer dedikodularının ilk kıvılcımları… Takım arkadaşları ve rakip futbolculara nazaran daha az koşup daha az savunma yapmalarına rağmen skor tabelasını değiştirmek hep 10'ların işiydi. Kimi zaman atacakları golle kimi zaman da asistleri ile… Bazen de gole giden yolda takımlarını kusursuz yöneten bir maestro gibi… Biz futbolu 10'lar sayesinde daha bir sevdik, daha bir meraklı gözlerle izledik 10’ları ve şimdilerde 10’ları gerçekten özlüyoruz

Futbolun bu sihirli ayaklarının yakın zamanda ülkemizdeki en meşhur örnekleri Hagi, Sergen ve Alex’tir… Takımını sahada bir teknik direktör edasıyla yöneten, arkadaşlarına her daim güven veren, ateşleyici bir o kadar da teknik, ‘Karpatların Maradonası’ Gheorghe Hagi değil miydi Galatasaray’ın tarihe geçen performanslarındaki baş aktör? Ya da futbol topunun ayağına en yakışanı, futbol topunun 10'dan bir türlü ayrılmak istemediği, o muhteşem sol ayağını futbol zekasıyla birleştiren fakat bu yeteneğini bir türlü Avrupa’ya taşıyamayan Sergen Yalçın… ve tüm zamanların en iyi istatistikçisi, yine bir sol ayak, mütevazi kişilik, bir Fenerbahçe efsanesi Alex de Souza… Onları asla unutmayacağız…



Şimdi gelelim Avrupa ve Dünya Futbolundaki 10’lara…

Şimdilerde yeşil sahalarda son volelerini vuran, en formda olduğu zamanlarda dahi kulübünü asla bırakmayacak kadar sadık olan bir Roma efsanesi cengaver Francesco Totti…  CV’sinde Boca, Parma, Lazio, M.Unıted, Chelsea, İnter gibi ‘dev’lerin olduğu bir dönemin transfer rekortmen AMC’si Juan Sebastian Veron… Yine bir döneme damga vuran, hafızalardan silinmeyecek Ş.Ligi Finali’nde Leverkusen’e olduğu yerde sabit tekme savuran futbol cambazı Zinedine Zidane… Arjantin’in Veron’dan sonra yetiştirdiği belki de en iyi 10 numara olan Boca ile özdeşleşmiş Juan Roman Riquelme… Diğer Arjantin’liler ‘baby face’ lakaplı Pablo Aimar ve bir türlü beklenen patlamayı yapamayan ama özünde fazlasıyla yetenekli, Championship Manager tutkunlarının müdavimi Andres D’Alessandro

En kritik anlarda gemilerini kurtarırlar, orta saha ve hücum hattının pas trafiklerini yönetirlerdi. Forvetin hemen arkasında, bazen sağa bazen sola mevzilenerek her noktadan kaleye şut gönderebilirler ve arkadaşlarını tek dokunuşlarıyla kaleciyle karşı karşıya bıraktıracak kadar da milimetrik pasları rahatlıkla atacak olan futbol mühendisleri tabiiki yukarıdaki isimlerle sınırlandırılacak kadar az değiller (aklıma gelmeyenler için kusura bakmayın)…

2001’den 2008 yıllarına kadar olan 7 yıllık süreçte 7 şampiyonluk kazanıp tek başına Fransa’ya ambargo koyan Lyon’un baş aktörü, dünyanın sayılı frikikçilerinden Juninho Pernambucano… ‘Çok gezen çok bilir’ atasözünün futbol temsilcisi olmaya aday, ‘no istikrar’ deyiminin açıklayıcısı, 27 yaşında olmasına rağmen yeşil sahaların seyyahı (Santos, Porto, Bremen, Juventus, A.Madrid, Wolfsburg) Diego… ve yine bundan 11 sene öncesine kadar ülkelerindeki Santos takımında Diego ile takım arkadaşı olan, ilk Avrupa deneyimini Lucescu’nun Shakhtar Donetsk’i ile yapıp ada ‘dev’i M.City’ye imza atan ve sonrasında CV’sine G.Saray’ı da eklemeyi başaran Elano Blumer


Son 15 yılda Juventus deyince Buffon ile beraber akla gelen 2 isimden biri, müthiş frikikçi, takımı 2.lige düşse de gemisini asla terk etmeyen, bayraktar oyuncu ve bir o kadar da buram buram kalite kokan ve şu an emekliliğini ‘kanguru diyarı’nda sefalandıran ‘Pinturicchio’ lakaplı nam-ı diğer Alessandro Del Piero

Dünyada her duygu, her sistem, her düzen nasıl değişiyorsa futbolda da bazı şeyler günün birinde değişecekti ve 10’ların daha bir önde olduğu futbol düzeni, sistemi de Messi, Ronaldo gelince, total futbolun öncülerinden Barca ile beraber daha bir değişti ve artık makine gibi işleyen, oyunun tüm alanında mücadele edilen, bir tek oyuncunun önderliğinde değil takım olarak maçların kazanıldığı bir düzeneğe dönüşüverdi… Bugün belki Messi ve Ronaldo’nun yaptıkları konuşuluyor ama onlara bu rahatlığı, özgüveni veren Xavi, İniesta, Xabi, Mesut ve diğerlerinin rolü de yadsınamaz boyutlarda… Haa unutmadan, bir de Tabata vardı, o ünlü 10,5 numara :)

twitter.com/serdarsozkesen