12 Temmuz 2016 Salı

Euro 2016 - Portekiz ve birkaç şey daha...


Öncelikle Portekiz'i tebrik ederek başlayalım. Belçika gibi kupanın "gizli favorisi" bile değildiler. Oynadıkları 7 maçın 90 dakikalık bölümlerinde sadece bir kez kazanabildiler. Final maçında en büyük kozu Cristiano Ronaldo'yu kullanamadılar. Rakiplerinin aksine doğru dürüst bitirici bir santrfora dahi sahip olamadılar. Portekiz'in tüm bu handikaplara rağmen 2004'teki ev sahibi olup finalde kaybettiği maçtan tam 12 yıl sonra kupaya uzanması, eminim ki başta Eusebio'nun kemiklerini bir an olsun hareket ettirmiştir. 2004'te hem de Lizbon'da oynanan maçta Luiz Felipe Scolari'nin yönetiminde Ronaldo, Figo, Pauleta, Deco, Maniche, Rui Costa, Nuno Gomes gibi zengin bir kadro ile Otto Rehhagel'in Yunan otobüsünü bir türlü aşamayıp kaybeden Portekiz, bu defa ev sahibi Fransa'yı hem de finalde oynayan 14 futbolcusunun 9'unun Lizbon çıkışlı olduğu futbolcuları ile yenip makus talihlerini değiştirip Avrupa'nın en büyüğü oldular.

Aslında kalecisi Patricio'dan, savunmada inanılmaz oynayan Pepe'ye, ortasahada enerjileri, çift yönlü modern futbollarıyla Renato Sanchez ve Joao Mario'su ve hücumda Nani, Quaresma ve Ronaldo'su ile komple bir takım oyunu oynayan Portekiz'in bu şampiyonluğu, özellikle son 10 yılda dünyanın en iyi iki oyuncusundan biri olarak kabul edilen Ronaldo'nun da koleksiyonunda yer almayan en büyük 2 halkadan birisiydi. Real Madrid ile kazandığı Şampiyonlar Ligi şampiyonluğundan yalnızca 1,5 ay sonra bu defa Avrupa Futbol Şampiyonu olmak, muhtemelen Ronaldo'nun 2016 Ballon d'Or ödülünü kazanması ile son bulacak ve Ronaldo belki de kariyerinin en iyi yılını geçirmiş olacak. Hatta kariyerinde hala Copa America ve Dünya Kupası eksikleri bulunan Messi'yi dahi geçip "dünyanın en iyisi" yakıştırmaları dahi yapılacak...

Futbol garip bir oyun. Portekiz, grup aşamasında oynadığı 3 maçın tamamını beraberlik ile sonlandırıp "en iyi üçüncüler" kontenjanından ite kaka kendisini kupanın içinde tutup kupanın sahibi oldu. Belki de kupanın en zevkli maçını Macaristan ile oynamaları da onlar için büyük bir artı. Ayrıca yine grupta Avusturya ile oynadıkları maçın 79.dakikasında kazanılan penaltı atışını Ronaldo gole çevirebilseydi, ikinci turda İngiltere ile eşleşeceklerdi. Geçmeleri halinde çeyrek finalde Fransa ve yarı finalde rakipleri Almanya olacaktı. O kaçan penaltı sonrası finalde Fransa maçına kadar Hırvatistan, Polonya, Galler gibi kağıt üstünde hep eleyebilecekleri takımlarla eşleştiler. Final maçında Payet'in sert faulü sonrası maçın henüz 25.dakikasında hüngür hüngür ağlayarak oyundan çıkmak zorunda kalan Ronaldo'su ile Portekiz Milli Takımı, Euro 2016'da pek çok iz bırakan hikayeler çıkardılar ve şampiyonanın en renkli takımları oldular...

Euro 2016 eminim ki çoğunuza göre sıkıcı gelmiştir. İlk etapta gol yememeyi düstur edinen takımların maçlarında doğal sonuç olan 'az gol izleme' alışkanlığı seyirciler için hiçte iyi olmadı. 3-3'lük Portekiz - Macaristan ve 5-2'lik Fransa - İzlanda maçı "çölde bir vaha" havasındaydı. İlk olarak "kaybetmeyelim" mantalitesi ile bir anlamda korkak bir sistemi futbolcularına kabul ettiren teknik direktörler ve bunu başarı ile uygulayan takımlar çoğu zaman seyir zevkini öldürdüler. Hatta Avrupa Şampiyonası tarihinde final maçında ilk kez taraflardan ikisi de gol atamadan 90 dakikayı bitirdiler. 51 maçın tamamını düşündüğümüzde şampiyona tarihinin belki de en sıkıcı ve kötü şampiyonasına denk geldiğimiz gün gibi gerçek.

4'lü savunma alışkanlığının bir an olsun unutulup zaman zaman 3'lü savunmanın tekrar hayata geçtiği bu turnuvada özelikle genç teknik adamların başarılı olduklarını da dillendirmemiz şart. 2016 - 2017 sezonundan itibaren kendisini tamamen ispatlama şansına sahip olacağı bir ortam olan Ada'da Chelsea'nin başına geçecek olan Conte'nin (46), kadrodaki oyuncularına tek tek bakıldığında son yılların en kötü İtalya'sına oynattığı futbol ve ezber bozan 3'lü savunma anlayışı ile akıllarda çok olumlu izler bıraktı. 2000'de futbolculuk döneminde bu kupayı Zidane, Vieira, Henry, Trezeguet, Lizarazu, Barthez, Thuram gibi efsane bir kadro ile kazanan Didier Deschamps henüz 47 yaşında ve kendi deyimiyle "çok büyük bir şansı" kaçırsa da genel olarak takımına iyi bir futbol oynattı diyebiliriz. Galler'i "bir peri masalı" kıvamında yarı finale taşıyan Chris Coleman da (46) turnuvanın en saygı duyulan teknik direktörü olduğunu da ekleyelim. 300 bin nüfuslu İzlanda ve mütevazi kadrosu ile Galler'in maçların sonlarına kadar verdikleri mücadeleler, "bu oyunda favori olmanız, maçı kazanacağınız anlamına gelmez" düşüncesinin icraata dönüşmüş timsallerinden sadece biriydiler. Almanya'da Thomas Müller, İsveç'ten Zlatan İbrahimovic, İngiltere'den Hary Kane ve Polonya'dan Robert Lewandowski de sahalarda sadece kartvizitlerini kullanmaktan öteye gidemediler. 38'lik efsane Buffon'un çeyrek finaldeki gözyaşları, takımının neredeyse yarısı olan Ramsey'in yarı finalde Portekiz maçında cezalı oluşu, Zlatan'ın milli formadan emekli olması, Gomez'in Fransa maçında sakatlanıp Almanya için o an maçın bitmesi, şampiyon olamasa da turnuvanın en değerli ve efektif futbolcusu Antoine Griezmann (6 gol, 2 asist) ve şu ölü turnuvaya varlığı ile bizlerden kat be kat büyük etki ve renk katacak Hollanda'yı arayan gözler...


Belçika'nın son yılların en iddialı kadrosu ile gelip çeyrek finalde kendisinden güçsüz Galler'e elenmesi, İngiltere'nin her üst düzey organizasyonda olduğu gibi yine sürpriz yapmayıp erkenden havlu atması, her büyük şampiyonanın favorisi Almanların yarı finalde elenmesine rağmen istenilen futbolu sahaya yansıtamaması (en büyük etken, bitirici bir golcünün varlığını Löw'ün sonradan fark etmesi ve Gomez dışında golcüsünün olmamasıydı), İspanya gibi bir 'dev'in sadece adının yer aldığı bu turnuvayı doğal olarak bir sürpriz takımın kazanması gerekiyordu ve Portekiz de bunu layıkıyla yerine getirdi. Unutmadan... Bu Ronaldo, 4 sene sonra 35 yaşında Euro 2020'de de takımının başında kaptan olarak çıkar ve yine canla başla mücadele eder.

Bizim Milli Takımımız? Siz zaten benden daha iyi biliyorsunuz. Anlatmaya gerek var mı? Biz Euro 2016'da daha ilk grup aşamasında elenip, futbolculara 650'şer bin euro dağıtırken, Portekiz neredeyse imkansızı başardı ve 275'er bin euro prim verdi kahraman futbolcularına. Yarı finalist Almanya futbolcularına 300'er bin euro verdi. Ronaldo ve diğerleri hiçbiri 'ego' yapmadı, biz ise başta Arda ve Fatih Terim olmak üzere herşeyimizle 'fos' etkisi yaparak turnuvadan ayrıldık. Neredeyse her takımın bir taktik planı yer alırken, bizim motivasyondan ve 'gaz'dan başka bir silahımız (!) maalesef olmadı. Sahi hani "biz bitti demeden bitmez"di. Biz belki de bu sözle turnuvaya gitmekle baştan kaybettik. Umutlar 2018 Dünya Kupası'na artık. Yeni sloganımız bakalım ne olacak? En çok da bunu merak ediyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder