15 Ekim 2015 Perşembe

Kaostan hep mucize mi çıkar?

Biliyorum haftasonu ulusal ligler başladığında yine A Milli Takım unutulacak. Günü ve anı yaşayan bir millet olarak bu zaferden sarhoş olmuş bir şekilde her milli takım lafı açıldığında olumlu cümleler kuracak ve "biz istersek her takımı yenebiliriz, biz mucizelerin takımıyız" masallarını uyduracağız. İlhan Mansız'ın, Nihat Kahveci'nin, Semih Şentürk'ün ve son olarak Selçuk İnan'ın gollerini defalarca izleyip o anı tekrar yaşayacağız, hem de bangır bangır. Altın golleri nostalji kıvamında izleyip aslolan sorunları masada bırakıp, zamanla çöp kutusuna atacağız. Kimse de çıkıp bu kaçıncı kez bir turnuvaya rahatça gidemiyoruz diye sormayacak mı? Ya da soranlar anında birileri tarafından susturulacak mı?



Bundan önce son katıldığımız 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası öncesi grup eleme maçlarında son iki maçta grup ikinciliği için çekiştiğimiz Norveç'i hem de deplasmanda yenip, son maçta yine mutlak kazanmamız gereken Bosna Hersek karşısından da 3 puanla ayrılarak bir kez daha son anda bileti almıştık. Şampiyonada Çek Cumhuriyeti ve Hırvatistan karşısındaki geri dönüşlerimizden sonra oynadığımız yarı final başarısı ve ardından gelen 2010 Dünya Kupası, 2012 Avrupa Şampiyonası ve son olarak 2014 Dünya Kupası olmak üzere 3 kez üstüste büyük organizasyonlarda yer alamadık. Son 8 büyük turnuvadan sadece 3 tanesine katılabilmek sizce de başarısızlık değil midir? Şimdi ise neredeyse imkansıza yakın bir denklem içerisinde futbolda belki de 40 yılda bir olacak mucizeyle 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'na direkt katılacağız. Katılırken de şu ilginç cümleyi kurmadan edemeyeceğiz :


"İyi ki Letonya'yı yenmemişiz..."


Düşünsenize küçük denizlerde boğulmayı en çok Fatih Terim zamanında öğrendiğimiz ve adeta üzerimize bir bela gibi çöken Letonya'yı yanlışlıkla grupta bir kez yenseydik şu an Fransa 2016'da olma şansımız için ekstradan iki maçlık play-off oynamak zorunda kalacak ve belki de hayallerimiz son bulacaktı. Bunun garantisi yok elbette ama biz Milli Takım olarak kolay olanı zorlaştırmayı çok seviyoruz. Puzzle yaparken sanki kartların ön tarafını açmadan arka taraflarıyla tahmin ederek puzzle'ı tamamlamaya çalışıyoruz.


Grup üçüncülüğü konusunda yarıştığımız tek rakip olan Hollanda'yı Konya'da 3-0'la geçip bu avantaj tamamen bize geçtiğinde öyle şanslıydık ki, kalan iki maçımızda grubun ilk 2 sırasını garantileyen ve tamamen prestij maçlarına çıkacak olan Çek Cum. ve İzlanda ile oynayacaktık. İki maçta alınacak dört puan grup üçüncülüğü için yetecek ve play-off oynama hakkına sahip olacaktık ama iki maçımızı da kazanırsak en iyi üçüncü kontenjanından Fransa 2016'ya direkt olarak katılabilme şansına da sahiptik. İddiasız Çekler karşısında ilk kaleyi bulan şutumuzu 60'da çekmemizden maçı beraberliğe kitlemek istediğimizi net bir şekilde anlamıştık ama şans anında bir penaltı ve sonrasında Arda'nın neden Barcelona'ya transfer olduğunun cevabını veren 'Messi asisti' ile 2-0 kazanıp Portakalları tam anlamıyla ateşe atmıştık. 

Son İzlanda maçı öncesi biz kazanırsak, son deplasman galibiyetini 6 sene önce hem de Andorra karşısında alan, grupta 9 maçta galibiyeti dahi bulunmayan Kazakistan, bizim iki maçta da yenemediğimiz Letonya'yı deplasmanda yenmesi, diğer gruplarda şampiyonayı garantileyen İspanya'nın, Ukrayna deplasmanında yenilmemesi, Portekiz'in sahasında Danimarka'ya kaybetmemesi, Slovakya'nın Lüksemburg'u yenmesi, Polonya'nın İrlanda karşısında kazanması ve Slovenya'nın da sahasında Litvanya karşısında puan kaybetmesi gerekiyordu. İnanılmaz ama gerçek, mucizenin ta kendisi. İhtimaller bir bir gerçekleşirken özellikle İspanya'nın grup birinciliğini garantilediği bir ortamda, hem de yedek oyuncularına şans verdiği Ukrayna deplasmanında sanki bizim oyuncumuz gibi, belki de kariyerinin en iyi milli maçını oynayan De Gea'nın performansına ayrı bir parantez açmak lazım. Maç boyunca tam 10 önemli kurtarış yapan İspanyol kalecinin bundan sonra 1 numaralı eldiveni kimselere kaptırmayacağı da net bir şekilde belli oluyor. De Gea'nın efsane kurtarışlarını aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz.



7 ihtimalden 5'i gerçekleşmiş, hazır Hollanda'da sahasında Çekler'e yeniliyorken kulağımız sadece Letonya - Kazakistan maçındaydı. Bizim İzlanda maçı oldukça sıkıntılı ve golsüz devam ederken 64'te Letonya'dan bir gol haberi geldi. Bu bizi uyandıracak ve kaos futbolunun bir kahraman yaratmasını zorlayacak beklenen goldü ve İslambek Kuat Kazakistan'ı 1-0 öne geçiren o şık golü attı. Maça elinde 3 santrfor olmasına rağmen 4-6-0 taktiği ile "beraberliği cebime koyayım da play-off'tan da olmayayım" zihniyeti ile başlayan Fatih Terim o dakikadan sonra iki golcü sürdü sahaya. Gökhan Töre'nin anlamsız atılmasına rağmen 89'daki frikiği büyük bir soğukkanlılıkla tam da köşeye büyük bir ustalıkla vuran ve golü atan Selçuk İnan sayesinde Fransa 2016 için gerekli vizeyi aldık, hem de aktarma yapmadan direkt bir şekilde. Bir uluslararası büyük turnuvaya daha son nefeste katılacaktık. 2008'den bu yana bir üst düzey organizasyona katılamamış bir milli takımın, hele hele ilk 3 maç sonucunda aldığı bir puan sonrasında yaptığı çıkışla Euro 2016'ya play-off yapmadan direkt katılması Fatih Terim ve ekibinin başarısıdır.  Bu başarıda emeği geçen en büyük destekçilerimizden De Gea ve İslambek Kuat kesinlikle unutulmamalı. En azından biz kesinlikle unutmayacağız.


Kaos futbolunu gerçekten çok seviyoruz. Son maç gelmeden bir turnuvaya katılmayı garantileyemiyoruz. Kağıt üstündeki zayıf takımlara karşı oynadığımız maçlarda yediğimiz tırnaklarla Guinnes Rekorlar Kitabı'na giremiyorsak hep o altın dokunuşların sayesinde oluyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi öfke ve kaos futboluna bağlı olarak sistemsizliğin getirdiği negatif futbol anlayışımız; başarılı bir takım oyunu ile üstesinden gelmekle değil, o işi yapmak zorunda bırakılan bir kahramanla son buluyor maalesef. Başkalarının yardımı olmadan kendi ipini kendi çekebilen, hesap kitap yapmadan önündeki maça çıkabilen, rakipleri tarafından bir sistem takımı olarak bilinip çekinilen, sahada kaybetse de ne oynadığı bilinen, tam anlamıyla bir turnuva takımı olabilen, topyekün takımı ve teknik kadrosuyla eleştirilere açık olan bir milli takıma ihtiyacımız var.


İş ciddiye binmeden kış uykusundan uyanamayan, küçük denizlerde boğulmadan işin vehametini çözemeyen bir anlayışla yönetilmekten, hatalarından ders almadan sürekli egoları ile teknik adamlılık noktasındaki ince çizgiyi bir türlü ayıramayan teknik adamı ile bu Milli Takım emin olun Fransa'da da iz bırakacak performanslara imza atacak. Umarım bu izler, bizi yine kaos futbolundan, çapa- çupa'lardan mucize ürettirmek zorunda bırakmaz ve bizi en üst noktalara kadar götürür...




2 yorum: