13 Temmuz 2015 Pazartesi

Yaşlandıkça Gençleşebilmek...

“Gençlik bir hayat devresi değil, bir akıl halidir.

Yıllar cildi buruşturabilir, ancak heyecanların bitişiyle ruh buruşur.

İnsan kendine olan güveni kadar genç,

Kuşkusu kadar yaşlı,

Cesareti kadar genç,

Korkuları kadar yaşlı,

Umudu kadar genç,

Bezginliği kadar yaşlıdır.

Hiç kimse fazla yaşamış olmakla yaşlanmaz.

İnsanları yaşlandıran, ideallerinin bitmesidir.

Kalbi sevdikçe, neşe duydukça, güzellikleri fark ettikçe, beyni yeni şeyler keşfettikçe, herkes gençtir.

İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar,

Halbuki yaşamadıkça yaşlanırlar.

İnsan, yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır.”

W.E.Gladstone S.Ullman'ın şiirlerinden... ***

........................

Bu sözler sanki, tenisin yaşayan efsanesi Roger Federer için söylenmiş gibi. 'Yıllanmış şarap' tanımlamasının neredeyse tam karşılığı olan İsviçreli raket, Djokovic'e karşı son kaybettiği Wimbledon finalinden sonra dahi "hala başarıya açım" diyerek tenisi yakın zamanda bırakmaya niyeti olmadığını herkese gösterdi. O hala cesaretli, o hala umutlu, o hala idealist ve o hala genç. Federer an itibariyle 34 yaşında. Peki onu son 10 yılda en çok zorlayan Nadal (29) ve Djokovic (28), Federer gibi misal 33 yaşından sonra hala Wimbledon'da finaller görebilecekler mi ya da hala vücut olarak bu kadar fit olabilecekler mi? Ya da daha bir genelleme yaparsak herhangi bir Grand Slam finali oynayabilecekler mi? Açıkçası buna çok emin değilim...

Asaletin, kalitenin ve rekorların tek adresi Federer, çim kortların tartışmasız en iyisi. 34 yaşında hala Wimbledon finali oynamanın tek bir açıklaması olabilir; o da onun büyük bir lider olması. Daha doğrusu liderliğin onun üzerinde resmedilmesi. Zaten tarihte en çok Grand Slam kazanması (26 final 17 şampiyonluk) da onu diğerlerinden kalın bir çizgiyle ayırmaya yetiyor. Bu alanda onu en çok zorlayacak isim ise kanımca en yakın takipçisi Nadal (14) değil, son yılların terminatörü Novak Djokovic (9) olacak. Sırp tenisçi inanılmaz formda ve karşısına kim gelirse gelsin ezip geçiyor. Kariyerinin tek eksiği Roland Garros'u bir gün mutlaka kazanmasını beklediğim Novak, önümüzdeki 3 yıla daha tek başına damga vurmaya devam edecektir. (An itibariyle son 20 Grand Slam'in 15'inde final oynadı). Fizik gücünü akıl ve yeteneğiyle birleştiren Djokovic'in ardından gelecek genç nesilin de bir hayli kötü olması onun kariyeri boyunca en az 15 Grand Slam şampiyonluğunu göreceğini işaret ediyor. Bu alanda Nadal'ın bitmek bilmeyen sakatlıkları sonrası bir türlü form tutturamaması da Sırp tenisçinin işini bir hayli kolaylaştırıyor. Peki Djokovic'i kim durdurabilir? Murray, Wawrinka ya da sürpriz bir isim mi? Hayır hayır inanın çok zor. Terminatör durmayacaktır...

Tekrar gelelim tenis tarihinin yaşayan efsanesine... Federer, Wimbledon ve Amerika Açık'ı 5'er kez üstüste kazanarak belki de kimselerin kazanamayacağı muazzam bir istatistiğe sahip. Wimbledon'da ise toplamda 10 kez final oynayıp 7 kez mutlu sona ulaştı. (2 Djokovic - 1 Nadal) Bu sene yolu İstanbul'dan da geçti ve gelmişken bir kupa da burada kazandı. 291 ile en fazla Grand Slam maçı kazanan yine o (en yakın aktif tenisçi Djokovic - 200). Federer'e "çim kortların efendisi" derken kendisi gibi bir diğer efsane tenisçi Pete Sampras da Wimbledon'u 7 kez kazanmış fakat aynı başarıyı toprakta gösterememiştir. Sampras kariyeri boyunca 14 Grand Slam kazanmasına rağmen Roland Garros'ta bir kez dahi şampiyon olamamıştır. Federer ise 5 kez final oynamasına rağmen bu alanda sadece 1 kez mutlu sona ulaştı. Kalan 4 finalde de malum toprağın efendisi Nadal'a boyun eğdi... Çimde iyi olan toprakta kötü, toprakta iyi olan (Nadal - Fransa Açık 9) çimde kötü (Nadal - Wimbledon 2) anlayacağınız.

Federer'i gelmiş geçmiş en büyük tenisçi yapan sadece yukarıda anlattıklarım değil, rakipleri ile olan maçlarında onu izleyenlere daima en iyi olanın kazandığına inandırması. Yani Federer, misal Djokovic gibi, hatta bir dönem Nadal gibi rakiplerini korkutarak, baskı altına alarak değil, daima 'iyi' oynayarak yeniyor. Sadece iyi oynamakla kalmıyor tenisin görsel yanına da çok güzel dokundurmalar yapıyor. Sempatikliği, korttaki duruşu, seyircilerle olan iletişimi ile her daim tenis sporunun 2000'li yıllarda yaptığı büyük atağın en büyük patronu...


Onu anlatmak için satırlar yetmez. Tek bildiğim; onun asla yaşlanmadığı, dünyanın neresine giderse gitsin herkes tarafından çok sevildiği ve ondan tek istediğim; gözlerindeki başarıya aç ifadenin asla bitmemesi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder