30 Mayıs 2017 Salı

Totti'nin Vedası

Bazı futbolcuların vedaları futbolseverlere çok koyar. Özellikle de bir kulüple özdeşleşmiş kariyerlerinde sadakatin ne anlama geldiğinin futbolda ruh bulmuş timsallerinin vedaları hepsinden zordur. Tıpkı Maldini gibi, Giggs gibi, Lahm gibi, hatta kariyerlerinin son demlerinde takımdan ayrılmak zorunda bırakılan Gerrard gibi, Lampard gibi, Xavi gibi, Casillas gibi, Del Piero gibi...

Bir futbol kulübünde tüm kariyerini geçirmek, aynı zamanda o şehrin de sembolü olmak demek. Esasında Maldini demek Milan demek, Lahm demek Bayern Münih demektir. ve şimdilerde çok büyük bir yıldız daha kaydı yeşil sahalardan. Bir bayrak adam daha kramponlarını astı. Vedasında ağlarken, herkesi ağlattı. Hem en güzeli de bu değil midir, futbola veda ettiğinde dost, düşman kimse sevinmiyor. Herkes üzülüyor, ağlıyor. Bir şehir yasta. Roma'nın bir kanadı kırık. Roma'nın sahibi Francesco Totti, 25 yıllık Roma kariyerine son verirken kelimeleri doğru seçip şu yazıyı yazmak bile inanın çok zor.

3 farklı jenerasyonla futbol oynayan, zamanında birçok kulübün astronomik transfer tekliflerini elinin tersiyle iten, kariyerinde unutulmaz birçok gole imza atan ve her şeyden önce futbol oynadığı kulübüne ölümüne bağlı kalan bir imparatordu Totti. Onun vedası ile bir çağın kapandığı da bir gerçek. Teknolojinin bu kadar içimize işlemediği 90'lı yıllarda çoğu futbolseverin hayranlık beslediği, kimilerinin idolü olduğu 10 numara Totti artık yok. 2000'li yıllarda olgun futbolu ve kreatif yetenekleri ile sahada adeta 'döktüren' Totti artık yok. 2010 ve sonrasında kariyerine, sadakatine methiyeler düzülüp genci, yaşlısı her kesimin adı geçtiğinde önünü iliklediği saygın futbol adamı Totti artık yok!

Totti Roma'dır, Roma'da Totti'dir. O bir futbol fikrinin son bayrağıydı. Yaşadığı şehri, oynadığı kulübü tam anlamıyla ailesi gibi gören, adeta kulübünün bekçisiydi. Açıkçası bir tane daha Totti kalmadı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Roma'yı herkesten, her şeyden çok seven, sadakati ile bir gün dahi Roma'ya yalan söylemeyen, bir futbolcunun transferindende öte üretebileceği en büyük değere, en ulaşılmaz seviyeye çıkan ve herkesin büyük bir saygı ve sevgi ile hatırlayacağı Totti artık yok!

Çeyrek asır bir kulübe hizmet etmek, futbol tarihinin en eşsiz parçalarından biri olmayı başarmak, sadece Roma'nın değil, futbolu kalbine kazımış herkesin kaptanı olabilmek herkesin harcı değil. Ancak Totti olursan, tüm bunlara sahip oluyorsun. No Totti, no party!

...................................................................................................

⏩ İtalyan futbolcular, genel anlamda kulüplerine çok bağlıdırlar. Hatta lejyonerliği de fazla sev(ç)mezler. Kulüplerinden ayrılsalar dahi ülkesindeki başka kulüplere imza atarlar. O yüzdendir ki bir Barcelona, Real Madrid, Bayern Münih, Chelsea, Man. Unıted yada Arsenal'de oynamış ve iz bırakmış bir İtalyan futbolcu görmeniz yüzde bir ihtimal dahilindedir. Genlerinde mi vardır bilinmez ama bu endüstriyel futbol zihniyetinde tek bir kulüpte 10 yıldan fazla futbol oynamak artık eşine fazla rastlanır bir durum değil. Buffon, Del Piero, Maldini, Costacurta, Zanetti (19 sezonla zaten o en iyi İtalyandan daha İtalyan artık), Gattuso, Favalli, De Rossi, Albertini, Di Natale, Ambrosini, Antonio Conte ve Roberto Mancini ilk akla gelenler olarak dikkat çekiyor. ⏪

Kapanışı Totti'nin en güzel gollerinden birisi ve Genoa maçı ile yaptığı vedadan kalma en güzel fotoğraflar ile yapalım... 



 

24 Mayıs 2017 Çarşamba

30 yaş şampiyonu Djokovic

Novak Djokovic, pek çoklarına göre tenis tarihinin en iyi üçüncü oyuncusu. Mükemmel devam eden kariyerinde hala bu kategoride ikinci, hatta birinci olma şansı var. Bu yazı kaleme alınırken Nole, iki gün önce 30 yaşına girdi. Sırp tenisçi aynı zamanda bir süredir boşta olması sebebiyle yeni koçu Andre Agassi'yi de doğum gününden bir gün önce kamuoyuna açıkladı. Bu da yetmezmiş gibi Djokovic, 5 yıldır sponsoru olan Uniqlo ile yollarını ayırıp Lacoste ile anlaşmaya vardı. 30 yaşına girerken Roma Masters'ta finalde Zverev'e kaybetse de yeni koç + yeni sponsor ile Roland Garros'a hazırlanmaya başladı bile. 

Tenis tarihinin en iyisi Roger Federer'in 36 yaşına girmesine yaklaşık iki ay kaldığını düşünürsek, kalan kariyerinde oynayacağı maximum iki yıl daha var gibi. Onun yerinde başka bir isim olsa belki bu kadar uzun süre fit kalıp hala kariyerine devam ediyor olamazdı. Zaten Federer gibi sporcuları en üst seviyede tutan başarının sırrı da bu olsa gerek : Kendilerine iyi bakıyorlar, işlerine büyük saygı duyuyorlar ve tüm bunları severek yapıyorlar. Sevmek demişken geçenlerde Nick Kyrgios'un "tenisi sevip sevmediğime emin değilim" açıklaması dahi Avustralyalı raketin kariyerinde nasıl gel-gitler yaşadığını göstermesi açısından önemli bir ayrıntı olsa gerek.

Federer'deki bu profesyonel anlayışın aynısı Nadal ve Djokovic'de de var. Nadal yaşadığı sakatlıklara aldırış etmeden turun sürekli içinde kalmak için fazlasıyla mücadele verdi. Hep daha iyisi için savaştı. Bitti denilen anlarda küllerinden daha güçlü doğarak geri dönmeyi başardı. Keza Murray de, tarihin en büyük üç tenisçisi ile aynı döneme gelen kariyerinde elinden gelenin en iyisini yaparak iki kez olimpiyat şampiyonluğu kazandı. Birçok üst düzey turnuvada kupalar kaldırdı ve o da nihayet dünya 1 numarası koltuğuna oturmayı başardı.

Tekrar Djokovic'e dönelim. Novak; Andy'den 1 hafta, Nadal'dan ise 1 yaş küçük. Federer ile aralarında hemen hemen 6 yaş fark var. Djokovic'in doğum günü şerefine; bu büyük dört tenisçi için hepsinin 30 yaşına ayak bastıklarında kariyerlerinde ne tür başarılar elde ettiklerine göz atalım istedim ve bununla ilgili küçük bir araştırma yaparak bunu tabloya döktüm. Tabloda birçok parametre var. Bu tablo 'kim daha iyi' kısmından öte, 'The Big Four'a neden böyle dendiğinin kanıtı gibi adeta.

Yine de her biri 30 yaşındayken hangisi genel anlamda daha iyi diye sorarsanız, ben az bir farkla Djokovic derim. Ya sizler?

21 Mayıs 2017 Pazar

Buffon or Zidane?

Del Piero mu, Raul mu?
Montero mu, Hierro mu?
Trezeguet mi, Morientes mi? 
Nedved mi, Figo mu?
Davids mi? Makelele mi?
Zambrotta mı, Salgado mu?
Tacchinardi mi, Guti mi?
Pessotto mu, Roberto Carlos mu? 
Thuram mı, Helguera mı? 
Camoranesi mi, McManaman mı?

Marcello Lippi mi, Vicente del Bosque mi?
...
..

Son olarak; Buffon mu, Casillas mı? diyeceğim ama Buffon 39 yaşında hala kalede. 
O yüzden soruyu şöyle sormak lazım :

Buffon mu, Zidane mı?
 
Dev randevu, dev final 3 Haziran'da Cardiff City'de.

17 Mayıs 2017 Çarşamba

Akıl Oyunları

Yazınca da, okuyunca da, dinleyince de kulağa hoş gelmiyor, evet. Acı ama gerçek; Roger Federer, Roland Garros’ta yok. Tam 17 yıldır aralıksız katıldığı Fransa Açık’a geçen sezon sakatlığı sebebiyle katılmayan Federer, bu sezon ise ekibiyle beraber aldığı stratejik bir kararla yine katılmama kararı aldı. En başta hayranları bu kararın şokunu yaşasa da, bir de olaya onun penceresinden bakalım.

Federer, Roland Garros’tan çekilme kararını aldığında, yaptığı açıklamada; “Toprağı pas geçip sezonun çim ve sert kort bölümüne hazırlanmamın daha doğru olacağını düşünüyorum. Sezonun başlangıcı benim için mükemmeldi fakat daha uzun süre oynamam için takvimimi düzenlemem gerekti. Takımımla birlikte tek bir toprak kort turnuvasında oynamanın sezonun geri kalan kısmında tenisim ve fiziğim için iyi olmadığını düşündük. Beni her zaman destekleyen Fransız seyircisini özleyeceğim ve onları seneye görmek için sabırsızlanıyorum” dedi.

İlk olarak Federer gibi 36 yaşına merdiven dayamış bir tenisçinin Roland Garros öncesinde en az bir tane toprak turnuvaya dahi katılmaması, verdiği kararın beklenilen ama doğru zamanda dillendirilmeyi bekleyen bir süreçte olduğunu gösterir. Zira onun bu yaştan sonra sadece hedef belirlediği turnuvalarda yer alacağını biliyorduk. Federer’in vücut dili ve fiziki yapısı her zaman çim ve sert zemine göre programlanmış yada vücudunu bu zeminlere göre adapte etmiş durumda. O yüzden takvimde toprak sezonunu pas geçmesi kendisi için kesinlikle doğru karar. Kaldı ki Federer’in fiziksel olarak zirvede olduğu dönemlerde dahi Roland Garros’u sadece 1 kez kazanabildiğini düşündüğümüzde verilen kararın kabul edilebilirlik boyutunu daha iyi anlamış oluyoruz. Toprağı bu sezon kasıp kavuran ve önüne geleni süpüren Nadal’ın da form düzeyini düşündüğümüzde Federer’in Fransa’da oynayıp, olası bir sakatlık süreci yada moral bozukluğu yaşamadan tamamen önündeki çim sezonuna konsantre olması en doğru seçim olarak görünüyor. Bu arada Federer her ne kadar ‘seneye Fransız seyircisini görmeyi sabırsızlanıyorum’ dese de, bu kararından sonra bir daha Roland Garros’a katılmayacağını düşünenlerin sayısı da bir hayli fazla.
Federer’in toprak zeminde % 76’lık bir galibiyet yüzdesi ve 11 şampiyonluğu var. Bu aslında hiçte kötü değil, bilakis çok iyi istatistikler. Sonuçta bir tenisçinin her zeminde % 80’in üzerinde galibiyet ortalaması tutturması onun insan olmadığının kanıtı gibi. Federer’in topraktaki az sayıda görünen şampiyonluklarının en büyük sebebi ise Nadal’a kaybettiği 11 toprak finalinin olduğunu da notlarımıza ekleyelim. Nadal’ın toprak zemin galibiyet yüzdesi ise 92%. Zaten toprak zeminde tarihte Nadal’ın seviyesine gelmek günümüzde imkansızla eş değer. Federer, Roland Garros’a katılmama sebebi olarak hedef gösterdiği çim zeminde ise 87% gibi tarihin en iyi rakamlarına sahip. Hal böyleyken bu sezon Wimbledon’u 8.kez kazanmak için mental ve fiziksel birçok hazırlığa girmesi şart!

Federer, bir diğer etkili olduğu sert zeminde ise bu alanda tarihin en iyilerinden birisi olan Novak Djokovic’ten (84%) sonra 83% ile oldukça başarılı konumda. Wimbledon sonrası, Ağustos ayında üst üste sert zeminde oynanacak Montreal ve Cincinnati Masters’ları da her zaman Federer’in finaller, şampiyonluklar yaşadığı turnuvalardan sadece ikisi. Federer’in 2017 yılının kalan sürecinde hedefinin asla dünya sıralamasında 1,2 yada 3 numarası olmak değil Wimbledon ve Amerika Açık özelinde katılacağı her çim ve sert zeminde şampiyonluklar yaşamak olduğunu bir kez daha gördük.

Tenis tarihinin Grand Slam’ler seviyesindeki seyrinin belki de en büyük kırılma anı 2017 Avustralya Açık’tır. Efsane finalde eğer Nadal, Federer’i yenseydi Grand Slam şampiyonluklarında 15 -17’yi görecektik ki, bu sonuç Nadal’ı Federer’i bu alanda geçmesi oldukça muhtemel isim yapacaktı. Ne var ki Federer, Nadal’ı yenince fark 3’ten 4’e çıktı ve Federer’i bu kategoride geçmek biraz daha zorlaşmış oldu. 2017 yılına destansı bir şekilde giriş yapan ve Avustralya Açık, İndian Wells ve Miami üçlemesi ile eski günlerine nazire yaparcasına resital sunan tenis tarihinin en iyi isminin de dinlenmeye hakkının olduğu aşikar ve aldığı kararlara da sonuna kadar saygı duymak gerekiyor. 

Federer, ekibiyle beraber AKIL OYUNLARI üzerine çok kafa yoruyor ve bakalım bu oyunlar, kortlara nasıl yansıyacak? Zaman ne gösterir bilinmez ama ekselanslarının hedeflerine yönelik aldığı bu stratejik kararla beraber sanki minimum 2018 yılının sonuna kadar tenis oynamaya devam edeceğinin sinyallerini aldık, ya siz?

- Bu arada Roland Garros öncesi Federer'den başka Serena Wiliams, Victoria Azarenka, wild card alamayan Maria Sharapova ve büyük ihtimalle Petra Kvitova da yer alamayacak. Djokovic ve Murray inanılmaz formsuz iken erkeklerde Nadal'ın fazlasıyla baskın ve favori olacağı bir turnuvayı izlememiz olası. Kadınlarda ise sürpriz bir isim şampiyon olabilir. -

9 Mayıs 2017 Salı

Motivasyonun gücü

Sharapova, bundan 15 ay önce kullandığı yasaklı madde yüzünden aldığı cezayı müteakip, tenis dünyası da ikiye bölünmüştü. Sharapova'nın bazı hemcinsleri seslerini yükseltip, ünlü tenisçiyi yerin dibine sokacak düzeyde eleştiriler getirmiş, kendisinin turnuvalara wild card ile dahi davet edilmesini yanlış bulmuştu. Mladenovic, Bouchard, Wozniacki, Cibulkova, Radwanska ve Kerber'in yanı sıra erkeklerden Murray sadece bunlardan birkaçıydı. Federer ve Djokovic gibi tenisçiler ise Rus tenisçinin yanındaydı. Çoğu raket ise taraf belli etmeksizin sessiz kalmayı tercih etmişti.
2017 WTA tenis almanağı hazırlanırken, içinde olmazsa olmaz karelerden biri kesinlikle bu olmalı.

Eugenie Bouchard; daha 11 gün önce Maria Sharapova hakkında içindeki nefreti kan kusup, "O bir hilekar. Bana göre hile yapanların bir daha herhangi bir sporu yapmasına izin verilmemeli. Bunun, işini doğru yapan ve dürüst sporcular için adil olmadığını düşünüyorum. Ona yapılan hoşgörüyü kesinlikle doğru bulmuyorum. Ona asla saygı duymuyorum. Çocuklara da kesinlikle kötü örnek oluyor" dedikten sonra Madrid Open kura çekiminde ikinci turda birbirlerine rakip olduklarında herkes bu maçın sonucunu merak ediyordu. Maça, rakibine karşı nefretinin yanı sıra, onun hakkındaki sözleri dolayısıyla maçtan önce kendisini tebrik eden diğer meslektaşlarının desteği ile ekstra motive çıkan Bouchard, kariyerinde beşinci kez rakip olduğu 2014 Madrid Open şampiyonu Sharapova'yı zor da olsa ilk kez yenmeyi başardı. Maç sonunda Kanadalı raketin çılgın sevincinin manası; maça aşırı motive olmasının dışa yansımasından başka bir şey değildi.

Masha ise kendisi hakkında çok ağır ithamlarda bulunan rakibine, kendisini sahada yenerek cevap vermeyi başaramadı. 2 saat 52 dakika kortta kalan iki tenisçinin maç bitiminde yaptığı zoraki tokalaşma ise 2017 WTA sezonunun en akılda kalan karelerinden birisi olmaya aday. Ayrıca kazananın üç sette belirlenmesi ve maçın üç saate yakın tamamlanması bile sezonun en iyi 10 maçından birisi olmasına yetebilir.

Sharapova, WTA için çok büyük bir marka ve gittiği her yerde hala en çok görmek istenilen yüzlerden biri. Dünya sıralaması, hali hazırdaki turnuvalara katılmasını engellese de wild card ile sürekli davet alıyor. Onun için sezonun geri kalanı başta olmak üzere kariyerinin devamı hiçte kolay olmayacak. Bu psikolojik savaşta silahlarını doğru bir şekilde kullanabilecek mi? Bunu hep beraber göreceğiz. Gönül isterdi ki wild carda gereksinim duymadan alnının akı ile sıralamada yükselerek üst düzey turnuvalara katılabilseydi. Bundan sonra kortta kiminle karşılaşırsa karşılaşsın, geçmişi hep onun bir adım önünde olacak. Bugüne kadar 5 Grand Slam şampiyonluğu kazansa da dopingli madde kullanması daima kariyerinin önüne geçecek. O yüzden kalan tenis hayatında mutlaka yeni şampiyonluklar elde edip hakkındaki olumsuz sesleri susturması şart!
Bouchard, maç bitiminde şampiyon olmuşcasına çılgınlar gibi sevindi.

8 Mayıs 2017 Pazartesi

İstanbul Cup - İstanbul Open 2017

Bir süredir blog sitemle ilgilenemedim, yazı paylaşamadım. Zira yaklaşık 15 günden beri Garanti Koza Arena'da düzenlenen, sırasıyla İstanbul Cup ve İstanbul Open ATP turnuvaları ile haşır neşir oldum. KORT dergisi ile beraber tüm turnuvayı yerinde takip ettik. Esenyurt'ta, çoğu insana ters gelen bir ikamet üzerinde oynandığı için belki özellikle haftaiçi maçlarında istenilen seyirci sayısına ulaşılamadı ama genel olarak başarılı bir organizasyon olduğunu da söylemeliyiz. Final maçının olduğu gün boyunca çocuklar ve ebeveynleri için yapılan aktiviteler oldukça dikkat çekici ve eğlenceliydi. Özellikle erkekler finalinde kortta 6.700 kadar seyirci olması ve aynı saat dilimine denk gelen Beşiktaş - Fenerbahçe derbisine rağmen kortun bu hali, tenis sporuna ülke halkımızın da verdiği değerin bir göstergesiydi.

Her zaman söylemişimdir; "tenis daima en iyi olanın kazandığı bir spor dalıdır" diye. İstanbul Cup'ta Elina Svıtolina, İstanbul Open'da ise Marin Cilic sonuna kadar hak ederek şampiyon oldular. Özellikle iki turnuvanın da finallerindeki seyirci sayıları oldukça fazlaydı ve tribünlerde de fazlasıyla ünlü isim vardı. Svitolina ve Cilic'in toprak sezonunun geri kalanında önemli işlere imza atacağını düşünüyorum.

Son şampiyon Çağla Büyükakçay'ın yanı sıra; Bouchard, Svıtolina, Babos, Cilic, Raonic, Schwartzman, Tomic, Troicki gibi isimlerin İstanbul'da kaldıkları süre içerisinde ülke tenisine ve ATP, WTA takvimine kattığı renk tartışılmaz. 2 sene önce Federer gibi efsane bir ismi ağırlamıştı İstanbul Open. Bu sene ise TOP 10 klasmanından dünya 6 numarası Raonic ve dünya 8 numarası Cilic ile seviye korundu diyebiliriz. Umarım önümüzdeki senelerde yine en üst klasmandaki isimleri Garanti Koza Arena'da ağırlamaya devam ederiz. 

Madrid ve Roma Masters turnuvaları öncesinde bir nevi 'mini hazırlık' anlamına gelen ve aynı tarihlerde oynanan Estoril, Münih ve Budapeşte yerine İstanbul'u tercih eden yukarıdaki tenisçileri tebrik ediyoruz. I love you tennis!



İstanbul Open finali öncesi ve sonrası...
Milos Raonic - Marin Cilic / İstanbul Open final
Elina Svıtolina - İstanbul Cup champion

Sonuçta İstanbul Cup ve İstanbul Open turnuvaları takvimde yılda bir kez oluyor ve bu şansı, ülke olarak daha etkili kullanmalıyız. Daha fazla katılım sağlamalı ve turnuvayı organize edenlerin de seyirci çekebilme adına farklı yöntemleri denemeleri gerekiyor. Bu turnuvaların kıymetini bilelim. Şimdi 1 sene bekleyeceğiz, yenisi için :)