26 Ağustos 2016 Cuma

Manchester şehri, kırmızı mı yoksa mavi mi olacak?


Premier Lig, hiç bu kadar rekabetçi bir atmosfere bürünmemişti. Dünyanın en kaliteli ve mücadeleci ligi olan Premier Lig, 2016 - 2017 sezonuna tam bir 'kurtlar sofrası' havasında giriyor. Geçen sezon Leicester City'nin sürpriz bir şekilde şampiyon olduğu ligde bu sezonun en büyük iki şampiyonluk adayı da Manchester şehrinin takımları. Yani Manchester Unıted ve Manchester City. Favori olmalarının en büyük sebeplerinden biri, iki takımı da dünyaca ünlü iki büyük teknik adamın çalıştırıyor olması; Mourinho ve Guardiola. Son yıllarda teknik direktörlük anlamında en çok karşılaştırılan ve müthiş bir rekabete sahne olan Barcelona - Real Madrid düellolarından sonra seri, şimdi Ada'ya taşındı. Manchester şehri, sezon sonunda ya kırmızı ya da maviye boyanacak. 

Bugünkü Chelsea'nin inşasını ta 2004'te büyük bir azimle başlatan, askerleri ile ün salan takımı ile sayısız başarıya uzanan ve şimdilerde kendisini tekrar diriltmek adına Manchester diyarına göç eden, Sir Alex Ferguson'un mirasına sadık kalarak, onları yeniden zirveye çıkarmaya ant içen Jose Mourinho... Barcelona ve Bayern Münih ile gerçek anlamda en üst düzeyde futbol oynatıp, kendi felsefesini her gittiği takıma oturtan kimliği ile dünyanın en yetenekli teknik direktörü olan Pep Guardiola, bu sezon Manchester City ile tam anlamıyla rüştünü ispatlama çabasında olacak...

"Kurtlar sofrası dediniz ama şampiyonluk sadece iki takım arasında geçer dediniz". Bu biraz çelişki değil midir? diye soruyor olabilirsiniz. İki büyük favori bu takımlar ama Premier Lig'de her takım, her takımı yenebilecek potansiyelde ve şampiyonluğu zorlayacak en az 4-5 takım daha elbette var. Fakat bu takımların son düzlükte nefeslerinin yetme şansları az. Bunda da en büyük pay, kadrolarının Manchester takımlarına nazaran daha dar rotasyonda olması. Kimler peki onlar? Liverpool, Arsenal, Chelsea ve Tottenham... Bunların dışında son şampiyon Leicester City, büyüklerin belalısı WestHam Unıted ve yine şampiyonluğa oynayan takımları her daim zorlayan Southampton da, en ufak dalgınlığınızla son düzlükte yumruğu yiyebileceğiniz ligin önemli takımlarından bazıları. 



Bir anlamda "Taht savaşları"nı andıran bir görüntü var aslında ve Ranieri'den sonra yeni tahtın sahibi için dünyanın en iyi ve saygın teknik direktörleri kıyasıya bir yarışa girecekler. Mourinho ve Guardiola'dan başka, Juventus ve İtalya Milli Takımı ile birçok başarıya ulaşan Antonio Conte ile Chelsea; ilk senesinde Premier Lig'de dar kadrosu ile fena iş çıkarmayan ve bu sezon daha da iddialı olacağı beklenen Klopp ile Liverpool; dördüncülük ünvanı ile nam salan ama bu sezon hedeflerinin "ilk 3" olması beklenen, 20 yıldır başında olduğu Wenger ile Arsenal; Tottenham'a sınıf atlatan, geçen sezon son 4 haftada şampiyonluğa havlu atan, yenilikçi hoca Pochettino ve geçtiğimiz sezonun şampiyonu Leicester City'i rüyalar alemine götüren Ranieri ile Premier Lig, bu sezon tüm beklentileri karşılayacak düzeyde görünüyor. Futbolun beşiği, bu sezon hiç durmadan sürekli sallanacak, bu çok net.

Manchester'a "Kral yada prens olmak için değil 'tanrı' olmak için geldim" diyen Zlatan İbrahimovic ve "dünyanın en pahalı futbolcusu" apoletini alan Paul Pogba gibi olağanüstü transferlerinin üzerine Henrikh Mkhitaryan ve Eric Bailly gibi yetenekleri ekleyen Manchester Unıted... John Stones, Leroy Sane, Gabriel Jesus gibi gelecek vaad eden futbolculara dünyanın parasını akıtan ve tecrübeli İlkay Gündoğan, Nolito ve Bravo takviyeleri ile tam bir canavara dönüşen Manchester City... Zaten yurtdışı bahis sitelerinde şampiyonluk oranlarında da (26.08.2016 itibariyle) 2,60 oranı ile M.City baş favori olarak görünürken, 3,80 oran ile M.Unıted ikinci sırada. 5,50 oranı ile Chelsea, bu iki takımı takip ederken Arsenal, Tottenham ve Liverpool'un şampiyonluk oranları 12 ila 13 arasında değişkenlik gösteriyor. Leicester City'i unuttum sanmayın, oranı 60!

O zaman soruyu tekrar soralım :

2016 - 2017 sezonu sonunda Manchester şehri; kırmızıya mı boyanacak? yoksa maviye mi? 

Hayır hayır, şampiyonluk yine sürpriz bir takıma mı gidecek yoksa?

24 Ağustos 2016 Çarşamba

2016 - 2017 "Hakemlere saygı" sezonu olsun!

Maç kaybedersin, ilk olarak hakeme sallarsın. Rakibin maç kazanır, "hakem sayesinde" dersin. Ya penaltını vermez, ya rakibin oyuncusunu atmamıştır yada ofsayttan gol yemişsindir. Artık küfür kıyamettir, ancak böyle rahatlarsın. Zaten onlar insan değiller, robot olmalılar değil mi? Misal 5 cm'lik ofsaytı bile görmeliler, futbolcunun içindeki iyi yada kötü huyu anında görüp hissedip 2 saniye içinde karar vermeliler. Maçı mümkün mertebe "sıfır hata" ile bitirmeli, eğer hata yapacaklarsa da bizim 'lehimize' yapmalılar. Hem "zaten bizim takımı geçmişte çok doğramışlardı, şimdi biraz da bize çalışsınlar" anlayışı değil mi?


Yukarıdaki bölüm, bir taraftarın gözünden yaşanan olaylardı. Bir de sahadaki futbolcuların gözünden bakmak lazım 'hakem' anlayışına. Hakemi kandırmaya yönelik hareket yapar, faul beklerler. Kendileri faul yapınca "ben ne yaptım ki hocam" serzenişleri. En ufak pozisyonda hakeme itiraz ederler, hakemi etkilemeye çalışırlar. Sahada hiçbir şekilde hakeme yardım etmek istemezler. Hakem 'tek başına' maçtaki her ayrıntıya hakim olmak zorundadır. Gözünden asla hiçbirşey kaçmamalıdır.  

Hakemlerin herşeyden önce bizler gibi İNSAN olduğu gerçeğini kabul etmek ve tüm dünya genelinde hakemlerin neredeyse aynı standartlarda maç yönettiklerini anlamalıyız. Bugün dünyanın en zor ligi kabul edilen Premier Lig'de de inanılmaz hakem hataları yapılıyor, Keza; Dünya Kupası'nda da, Şampiyonlar Ligi'nde de. Bugünün 'elit' hakemleri arasındaki Victor Kassai, Marc Clattenburg, Nicola Rizzoli gibi hakemler de çoğu zaman eleştirilerin hedefindeki isimlerden olabiliyor. Hakemleri baskı altına almak, "falanca hakemi bizim maçlara istemiyoruz" anlayışı, her başarısızlığı örtbas etme çabasından öte geçemeyen çaresiz davranışlardan sadece biri. 

Empati yapın mesela. Kendinizi hakem olarak hayal edin ve misal Fenerbahçe - Galatasaray maçında bulun kendinizi. 50 bin taraftarın gürültüsü eşliğinde ekranlardan milyonlarca kişi sizin ağzınızdan çıkacak bir düdüğe bakıyor. O düdüğü çaldığınız vakit, birileri üzülüyor, diğer taraf seviniyor. 5 dakika sonra üzülen seviniyor, sevinen sizi suçluyor, hatta küfrediyor. Bu kısır döngü her maç devam ediyor. Maçlardan sonra, oynanan maç yerine günlerce siz konuşuluyorsunuz ve bir süre sonra sokağa çıkarken dahi telaşlanıyorsunuz. Tüm bunları düşününce insanın meslek olarak HAKEM olası gelmiyor. Zaten ülkemizde hakem de yetişmiyor artık. Cüneyt Çakır dışında Avrupa'ya hakem ihraç edemiyoruz. Onun dahi tüm bu zorlu şartlardan arınarak, Avrupa'da fazlasıyla zorlu maçlarda düdük çalması bizler için tek gurur kaynağı.

Mesleğini en uç profesyonel derecede yaşayan futbolcuların hakemler konusunda ne kadar itiyatlı davrandıkları gerçeğinde aklıma ilk olarak Ryan Giggs, Raul Gonzalez ve Andres İniesta gelir. Kariyerinde Manchester Unıted ile 953 maça çıkan Giggs ve bir Real Madrid efsanesi olan Raul kariyerleri boyunca hiç kırmızı kart görmediler. Andres İniesta da 14 yıl formasını giydiği Barcelona formasıyla toplamda sadece 50 civarı sarı kart görürken hiç kırmızı kart görmedi. Yeri gelmişken; hakemler konusunda dünyaca ünlü ortasaha futbolcusu İniesta'nın, herkesin algılayacağı ve biraz düşününce tereddütsüz bir şekilde ÇOK DOĞRU diye kabul edeceği sözlere uzanalım...



MUHABİR : Çoğu pozisyonda ayağınıza darbe alıyorsunuz, fakat faul verilmiyor. Neden hakeme hiç itirazınız olmuyor?

ANDRES İNİESTA : Hakem kararını verdikten sonra değiştiremez. Nasıl ben dahil hayatını futbola vermiş futbolcular, kendi kalesine gol atıp, hatalı pas verebiliyorsa, hayatını bu yola vermiş bir hakemde hata yapabilir. Ben pas hatası yaptığım zaman, takım arkadaşlarım bana itiraz ediyor mu? O zaman benim de hakeme itiraz etme hakkım yok!

İşte bu yüzden tüm dünyada 2016 - 2017 sezonu, aynı zamanda "Hakemlere saygı sezonu" olsun. Bir şeyleri değiştirmek adına, hakemleri korumak ve bu gerçeğe dikkat çekmek adına hakemleri daha az konuşacağımız sezon, bu sezon olsun. Her zamankinden daha fazla onlara değer verelim, hatalarıyla, yanlışlarıyla onları kabul edelim. Hakemler kolay yetişmiyor ve onlarda birer insan. Sadece bu gerçekleri dahi doğru şekilde idrak edersek, taraftarlığımız da olgunlaşır, futbol kültürümüz de, ülke futbolu da...

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Futbolu bırakma Zlatan!


Zlatan 'ilk'leri sever. Gittiği takımlarda ilk maçlarında devamlı gol atan, sıradışı bir golcü. Ajax ile ilk Şampiyonlar Ligi maçında Lyon'a, İnter forması ile ilk lig maçında Fiorentina'ya, Juventus forması ile ilk lig maçında Brescia'ya, Barcelona forması ile ilk lig maçında S.Gijon'a, PSG forması ile ilk lig maçında Lorient'e ve son olarak Manchester Unıted forması ile ilk lig maçında Bournemouth ağlarını sarstı. 35 yaşına sadece 2 ay kalmasına rağmen dinamik, istekli, kazanmaya odaklı ve 'en iyi'si için devamlı sonsuz bir motivasyonla donanmış bir 'futbol tanrısı' adeta.

Son 15 yılda kazandığı 13 lig şampiyonluğu dahi aslında onu anlatmak için yeterli bir neden gibi görünse de eksik olanları da biz tamamlamaya çalışalım. Adı, şampiyonluklarla özdeşleşmiş ve dünya futbol tarihinin en yetenekli 10 santrforundan birisi kesinlikle. Gittiği her takıma enerji veren, kulübü bir - iki seviye yukarı çeken lider bir futbolcu. "Bazen sadece kendi bildiğinizi okuyarak dünya yıldızı olabilirsiniz". İbrahimovic, tam da bu sözün baş muhatabı ve bu konuda eşsiz bir yere sahip. Kimselere benzemediğini ve taklit etmediğini her fırsatta yenileyen İsveçli golcü, sivri dili ve egosu ile bazen itici gibi görünse de bunun tek bir sebebi var : ÖZGÜVEN... Daima daha fazlasını isteyen Zlatan, bunu sadece kendine has sonsuz özgüveni ile birleştirip meslektaşlarından net bir şekilde ayrılıyor. İsveç Milli takımını bu sezon bıraktı, zaten orada elinden gelenin en iyisini yaptı ve attığı gol sayısı ile rekor kırdı. Bu rekoru kim kırar? yada biz görür müyüz, orası meçhul.

Muazzam kariyerindeki belki de en büyük eksiklik Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu. Aslında dünya futbol tarihine büyük damga vurmuş bazı futbolcular gibi, o da bu konuda biraz şanssız. Totti, Buffon, Nedved, Bergkamp, Nistelrooy gibi futbolcular da Şampiyonlar Ligi'ni kazanamayan süper starlardan bazıları. 2016 - 2017 sezonunda Zlatan, aslında garip bir karar vererek, yıllar sonra Şampiyonlar Ligi'nden uzak kalmayı kabul ederek, Avrupa'da hiç alışık olmadığı Perşembe'leri sahne alma riskini göze alarak Manchester Unıted'a transfer oldu. Belki Premier Lig treni için son bir bilet şansı kalmıştı ve Hollanda, İtalya, İspanya, Fransa derken en büyük ve zor halka diye bilinen İngiltere'de futbol oynamak ve orada da şampiyon olmak için Ada'ya gitmeye karar verdi. Bu sezonu Premier Lig şampiyonu olarak tamamlayıp, aktif ve sürdürülebilir büyüleyici performansını son bir şekilde izleyebileceğimizi düşündüğüm 2017 - 2018 sezonunda ise Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmak için mücadele edecek Zlatan. Şampiyonluk yolunda Manchester City, Chelsea, Liverpool ve Arsenal ile oldukça zorlu bir maratona girecek ve inanın ilerlemiş yaşı onun için hiçbir şekilde engel değil. O daima, herkesle, her takımla, her futbolcuyla rekabete ve savaşa hayır. Kaybetme düşüncesi onun genlerinde yok.

Sir Alex Ferguson sonrası 'kırmızı' olan rengi adeta 'mor'a dönen Manchester Unıted, küllerinden doğması için Zlatan'ın performansı oldukça belirleyici olacak. Manu'yu yeniden ait olduğu 'elit' kategoriye dahil etmek için Mourinho ile beraber sıkı sıkıya çalışacaklarını kestirmek hiçte zor değil. Jose Mourinho'nun bu sezon UEFA Ligi'nden çok Premier Lig şampiyonluğuna odaklanacağını düşündüğümüzde Zlatan'ın bu sezon ligde minimum 25 gol atabileceğini öngörmek çok da şaşırtıcı olmayacak. Daha ayağının tozuyla Leicester City ile oynanan Community Shield kupasında attığı golle kulübüne ilk kupasını kazandırdı bile.

Messi ve Ronaldo belki hala en popüler ve yetenekli futbolcular ama Zlatan, hiçbir kategoriye girmeyen marjinal sınıfı, havası, özgüveni, kazanma arzusu, fantastik golleri ile umarım birkaç yıl daha futbola devam eder. En büyük idolü her fırsatta açıkladığı Brezilyalı Ronaldo ama Zlatan, onu çoktan gölgede bıraktı bile. Onun için alınacak daha çok kupa var. Maraton uzun ve zor. Sen zaten bunları seversin. Futbolu bırakma Zlatan! Sonuna kadar arkandayız İbrakadabra...

- Birgün futbolu bıraktığında futbol dünyası o kadar büyük bir değeri kaybedecek ki... Belki 'yas' bile ilan edilebilir. Kendimden biliyorum, ben kesinlikle ağlarım, tutamam kendimi. İtiraf ediyorum... Zlatan bitti dediği an büyük bir marka, tarihteki yerini alacak. Kimse onun gibi olamayacak. Onun sahtesi bile çıkmadı piyasaya, çıkamaz da. O, "tamam" dediğinde topuk golleri öksüz kalacak, fantastik gollerin sayısı azalacak, Youtube'da attığı goller izlenme rekoru kıracak. - 

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Şampiyonlar Ligi Kitapçığı (1955 - 2016)

Büyük tutkumuz Şampiyonlar Ligi 2016 - 2017 sezonunu açmaya çok az kaldı. Dünyanın kulüpler bazındaki bu en büyük ve prestijli organizasyonunda çeşitli istatistiksel veriler hazırladım. Adeta mini bir kitapçık görünümündeki bu bilgiler 1955'ten bu zamana kadar 61 yıllık rekabeti özetliyor. Tüm zamanların şampiyonlarından finalistlerine, en çok gol atan ve en çok forma giyen futbolculardan, çalıştığı takımlarla en çok maça çıkan teknik direktörlere... En çok maç yöneten hakemlerden, en farklı skorlar ve daha fazlasını tablolar halinde aşağıda bulabilirsiniz. 

Son olarak 61 yıllık rekabetin puan durumunu da ekledik. Galibiyete 2, beraberliğe 1 puan verilerek oluşturulan puan durumu da oldukça dikkat çekici.






































En çok maça çıkan teknik direktörler
En farklı skorlar


























En fazla maç yöneten hakemler



























En çok çeyrek finale çıkan takımlar
En çok yarı finale çıkan takımlar


Part : Sezon sayısı Titles : Şampiyonluk sayısı Pld : Oynadığı maç sayısı
F : Attığı gol sayısı A : Yediği gol sayısı

8 Ağustos 2016 Pazartesi

Federer için yolun sonu mu?

İlk olarak sorunun cevabını vererek başlayalım : Hayır.  Peki neden? Tenis tarihinin en iyisi olan bir efsaneden, özellikle de tenis oynama keyfi hala en üst düzeyde olan bir isimden bahsediyoruz. Sayısız rekoru tarihe gömen, her kesimin büyük saygı duyduğu, katılamadığı her turnuvada eksikliği, turnuvanın genelinden daha fazla konuşulacak düzeyde olan bir sporcudan söz ediyoruz. 35 yaşına gelmiş ve son yıllarda bel ve diz sakatlığı yaşamış, hatta sakatlığının belki de zirve yaptığı 2016 yılında dahi 2 Grand Slam yarı finali oynamak kesinlikle büyük bir başarı. Gerçi adınız Federer olunca bu başarı mı, işte onu tam kestirmek zor.



Son Grand Slam şampiyonluğunu 2012 Wimbledon'da kazanan Federer, o zamandan beri 18.Grand Slam'in peşinden koşuyor. O yıldan bu yana oynadığı 3 Grand Slam finalinde de onu durdurabilen tek oyuncu vardı, o da Djokovic. Belki kazanılacak bir şampiyonluk sonrası kariyerine bile son verebilir. Federer için "18" rakamı kimilerine göre, kendisini bu alanda geçmesi en muhtemel tenisçi olan Djokovic karşısında farkı bir 'tık' daha açma isteği olarak da yorumlanabilir ama onu tanıyan ve sahadaki her hareketini, davranışını takip eden bizler için ise bu istek tamamen "bu yaşa rağmen tenisten aldığı zevkin hala doruklarda olmasının ve nihayetinde yeni şampiyonluklar yaşama içgüdüsü"nün kortlara yansımış hali olarak daha doğru bir şekilde yorumlanabilir. 

17 yıl sonra, bir diğer ifade ile 65 Grand Slam şampiyonasına üst üste katıldıktan sonra bu yıl Roland Garros ile bu seri son bulmuştu. Sakatlık kabusu hortlamıştı. Çok sevdiği Wimbledon'a dahi tam 'fit' bir şekilde girememişti. Herşeye rağmen kura şansının da yardımıyla yarı finale kadar gelmişti. Yarı finalde Kanadalı 'dev raket' Raonic karşısında setlerde 2-1 önde olmasına rağmen mental ve fizik anlamında vücudu daha fazla dayanamayınca (Raonic'in oyunu gerçekten harikaydı) "18 hedefi" yine ertelenmek zorunda kalmıştı. Oysa Wimbledon'u kazanmaması için hiçbir sebep yoktu. Düşünsenize Djokovic (3.turda elendi), Nadal (turnuvaya katılmadı) ve Wawrinka (2.turda elendi) gibi 'elit' isimlerden biri ile dahi eşleşmeden finale Murray'in karşısına çıkabilirdi ama bu tarihi fırsatı değerlendirememişti. Kaçan balık her zamankinden daha büyük olmuştu. Djokovic'in erkenden elendiği bu turnuvayı kazanmalıydı...

Wimbledon sonrası kariyerinin önemli eksiklerinden biri olan Olimpiyatlara katılıp katılmayacağı da belirsizliğini korurken, Federer'in 26 Temmuz'da sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamalar tüm tenis severleri büyük bir üzüntünün içinde bırakmıştı. Artık kronikleşen diz sakatlığının sadece Rio Olimpiyatları için değil, çok istese de sezonun son Grand Slam'i olan Amerika Açık'tan da mahrum olmasına sebep olacağını belirten İsviçreli raket, 2017'ye kadar "yokum" mesajını vermişti. Ayrıca 2016 yılı, Federer'in kupa kazanmadığı tek yıl olarak da tarihe geçecekti.



Federer'in rakiplerine bakacak olursak; üst düzey diyebileceğimiz tüm rakipleri hemen hemen 30 yaş barajına dahil oldular. Djokovic, nam-ı diğer 'makine' son zamanlarda "yenilmesi mümkün değil, hem genç jenerasyon da umut vermiyor" tezini yalanlama peşinde koşuyor. Zira Novak, 2016'da makine görünümünden 'insan' profiline yakın bir performans ortaya koyuyor ve kariyerinin önemli eksikliği olan Roland Garros'u bu sezon elde etse de takibinde Wimbledon'da üçüncü turda ve Rio Olimpiyatları'nda daha ilk turda veda etti. Çoğu otorite tarafından 2017'nin sonunda Grand Slam şampiyonluğunda Federer'i geçmesi beklenen Djokovic'in yolu sanki biraz uzadı gibi görünüyor. Nadal ise toprak kort haricinde önemli bir başarı elde edemedi. Yine çoğu insanın "13" uğursuzluğuna inandığı bir dünyada onun uğursuzluğu ise "14". Mabedi olarak gördüğü Roland Garros'ta şampiyon olduğu 2014'ten bu yana herhangi bir Grand Slam finali dahi görememesi oldukça can sıkıcı. Wawrinka'nın herkesçe bilinen istikrarsız görüntüsü şu an kimse için bir tehdit teşkil etmiyor açıkçası. Geriye ise son zamanlarda oyununu müthiş geliştiren ve 2016'da adeta yeniden doğan Andy Murray kalıyor. İskoçyalı raket bu sezon oynanan üç Grand Slam'in tamamında final oynayarak, Wimbledon'u kazandı ve sezonun tartışmasız en formda raketi. Raonic ise bu listenin 'yaş ve gelişim' açısından en büyük tehditi konumunda.

Tekrar Federer'e geri dönersek... Federer için bir Grand Slam daha kazanmak gerçekten çok zor. Zaten herkes bu gerçeğin farkında. Kaldı ki 2017 yılına kadar tenis oynamayacak olan birisinin puanları da düşüşe geçecek ve ilk 8'in dışında kaldığı vakit, çok güçlü rakiplerle erken turlarda karşılaşmak zorunda kalacak. Misal 2009 Amerika Açık şampiyonu Del Potro (yarı final Nadal, finalde Federer), 2 yıllık sakatlık sürecinden önce ilk 10'da yer alırken, sakatlık dönüşü 150.sıraya kadar gerilemişti fakat deneyimli tenisçi kısa sürede eski günlerine geri dönüş sinyali verdi. Wimbledon'da Wawrinka'yı eleyen Arjantin'li raket, Rio Olimpiyatları'nda da ilk turda yenilmez denilen Djokovic'i set vermeden saf dışı bırakmıştı. Federer'in 2017 yılında kazanabileceği en muhtemel büyük turnuvalar, daha önce 7 kez kazandığı Wimbledon ve ikinci göz ağrısı Amerika Açık olacak ama o zamana dek köprünün altından akacak suyun rengi oldukça flu görünüyor. Tenis sporunun bu denli yayılması ve sevilmesi anlamında adeta kilometre taşı olan Federer'in 18.Grand Slam şampiyonluğunu kazanmasını ilk başta bende çok istiyorum ama doğru konuşmak gerekirse çok ama çok zor olan (sakatlık - yaşlılık) bu hedefe eğer bir gün ulaşabilirse LeBron James'in Golden State karşısında yazdığı efsane hikaye tadında bir son olabilir.


Federer, bugün 35 yaşında ve oldukça profesyonel bir sporcu. Hatta gelmiş geçmiş en büyük sporculardan, tarih yazıcılardan birisi. Kortları her daim tıklım tıklım dolduran Federer'in tenisi her şeyden çok sevmesi, başarısının kilit noktası. Zira sağlığını düşünerek bugün en önemli turnuvalardan dahi çekilebiliyor. Çünkü onun için kariyeri henüz bitmedi. Daha sağlam gelmek, daha güçlü olmak için en uygun zamanı bekliyor. Hala en üst düzey tenisçilerle rekabet edebiliyor. Bu yıl sonunda Amerika Açık'a katılmayı çok istedi fakat doktorları buna izin vermedi. Belki asla bir Grand Slam dahi kazanamayacak ama o hep turun, maçların içinde olacak, bundan kimsenin şüphesi olmasın. Tahminimce 2018 sonunda tenis kariyerini bitirme karar alabilir. Açıkçası bundan önce bir tarih şimdilik beklemiyorum. Olmasın da zaten. Onu izlemek, sahada onu görmek, artık bir turnuva kazanmasından daha önemli. Çünkü artık az zamanı kaldı. Kaldı ki tahminimce 2018 yılında (o sezon sonu bitirme kararı alırsa) gideceği her turnuvada Kobe Bryant örneğinde olduğu gibi sürekli alkışlanarak, onore edilerek maçlarını tamamlayacağını düşünüyorum...